Omurganın Flütü
Ve gökyüzünü
unuttu diye maviliğini dumanlar arasında ve bulutları, o paçavralar içindeki sığıntıları tutuşturacağım en son aşkımla, bir veremlinin yanan suratınca, kızıl sarı. Sevinçle kapatacağım gürültüsünü kalabalıkların, unutanların dirliği, ev bark yüzünü. Bir çift sözüm var insanlar! Çıkın siperlerinizden. Sonra bitirirsiniz savaşı. Ama, Baküs gibi kandan sendeleyerek bir savaş başlasa bile, hiç solmaz aşk sözleri. Sevgili Almanlar! Bilirim, sizin dudaklarınızda Goethe’nin Greten’i var. Fransız gülümser süngü altında, dudağında bir gülüşle düşer vurulan havacı, bir anımsasınlar yalnız ağzının öpüşünü senin, Traviata. Bana tad vermez ama yüzyılların çiğnediği pembe et. Başka ayaklara kapanın bugün! Sensin övdüğüm elbet, süslü püslü sarışın yosma. Belki aslında bu süngü uçları gibi korkunç günlerden, ağarınca yüzyılların sakalı, kalan yalnız ikimiz olacağız, bense kentten kente senin ardında. Gelin gitmiş olsan da denizaşırı, saklanmış olsan da gecenin inlerine, Londra’nın sislerinde seni bulacaktır öpücüklerim yine sokak lambalarının ateşten dudaklarıyla. Aslanların nöbet tuttuğu yakıp kavuran çöle yaysan da kervanlarını, senin için rüzgarın yırttığı kumun altına sereceğim yanağımın yanan Sahra’sını Dudaklarına bir gülüş yerleştirsen, baksan da- ne yakışıklı boğa güreşçisi! Bir anda kıskançlık salacağım kulübelere, boğa gözlerimde bir ölüm sisi. Dalgın adımlarla geçersen bir köprüden düşünerek- aşağıda olmak ne iyi; ben kemerler altında akan Seine ırmağıyım, seni çağırıyorum, gösteriyorum sana çürümüş dişlerimi. Tırıs giden atların ateşinde yaksan da bir başkasıyla Strelka’yı, Sokolniki’yi, yukarılara tırmanıp, ta yukarılara seni bekleyen ölgün, çıplak ayım ben. Güçlü kuvvetliyim, gereklilik duyarlar da buyruk verirlerse bana git savaşta öldürt kendini! diye, senin adın olur ağzımdan son çıkan ad, donar kalır bir mermiyle parçalanan dudaklarımda. Başım taçlı mı ölürüm, Saint-Héléne de mi bilmem. Ata biner gibi binerim yaşamın dalgalarına, hem evrenin sultanlığına aday olurum hem kelepçelere. Çar olmak düşerse bana, senin yüzündür güneşsel altınına sikkemin basıla buyruğunu vereceğim şey bütün halkıma ülkemin. Ve orada, solduğu yerde herkesin tundurada, ırmakla pazarlık ettiği yerde kuzey yelinin adını oyacağım zincirlere Lili’nin öpe öpe zindanın karanlığında. Dinleyin, unutanlar göğün mavi olduğunu, hepiniz, vahşi hayvanlar gibi diken diken tüyleriniz. Bu aşk belki de son aşkıdır dünyanın, yanar bir veremlinin kızıl rengiyle. |