Dünya-Ruhu
Şükürler olsun ışığına sabahın,
Şükürler olsun köpüren denize, Yaylalarına New Hampshire’ın, Yeşil saçlı ormanın cömertliğine; Şükürler olsun yürekli insanlara, Erdenliğine kutsal aklın, ve hevesi kırılmayan Yaşam oyununda gözüpek delikanlılara Asla ardına bakmayan. Heybetli otellerin kentleri büyük, Saray yavrusu zengin konutlarınızın, Odalarına yuva kurar kötülük, Altında arduaz çatılarınızın. Zamanı-ve-uzayı-fetheden buhar gücü,— Aptallığı alt edemez,— Ve ışık-hızını-geride-bırakan telgraf Sinyalinde hiçbir şey getirmez. Siyaset bayağıdır; Harfler keyif vermez; Ve tarihin derinliğine gömülmüştür, Açık konuşan o ses geri gelmez. Ticaret ve caddeler tuzağa düşürür bizi, Vücutlarımız zayıf ve taşıyamaz yorgunluğumuzu; Kandırıp yozlaştırıyoruz birbirimizi, Ve yağmalıyoruz henüz doğmamış soyumuzu. Ama yine de orda biri var salonda oturan Hâli biraz soylu kılığında,— Meleğimiz, bir yabancıyı andıran, Kadınların yalvaran bakışında; Ya da birden yanıp sönen bir güneş ışını Camında pencerenin; Ya da tepeden bakan güzel Müzik Üzerine yağan ölümlülerin. O kaçınılmaz sabah Bulur kilerdekileri; Ve emin ol ki sevgi-dolu Doğa Gülümsetecek fabrikadakileri. Oradaki mor manzaralı bayır, Oradaki gökyüzü arasında duvarların, Bağrında saklar harikaları Kısa aralıkların. Tüh! bize musallat olan Hayalet Aldatır arzumuzu gözükara; Fısıldar kulağımıza görkemli tanrıları, Ve bizi batırır çamura. Şifreyi çözemeyiz Hücremize yazılı o ferman; Alay eder bizimle yıldızların gizemi Bizce bir ifadesi olmayan. Bir tek kahraman bile bilmiş olsaydı onu, Alev alev kızarırdı yüzü dünyanın; O Bilge, gizemi çözene kadar, Asardı kendini darağacına utancın. Kardeşlerimiz okuyamadı o alınyazısını, İçlerinden biri bile bulamadı anahtarı; O gün bugündür avuturuz kendimizi,— Öykünerek onları. Durmadan, durmadan bastırır sır; Yaklaşan bulutlar aşağı sarkar; Tutuşturur züppeliklerini kentin Koyu kırmızı sabahlar. Aylak dünya olsun olmasın, Yıldızlar çalar sonsuz zilleri; Kendi isteğiyle parlar güneş, Ve paylaşır getirdiği sevinçleri. Nedir peki Ticaret’in ektiği kentlere Dağılan deniz kabukları gibi kıyı boyunun, Kaplayan kentler engin bozkırı Üzerinden geçen demir yolunun?— Uçan köpük-çanlarından başka nedir ki Akışına Düşünce’nin olduğu neden, Alırlar şekillerini ve güneşin rengini O düşleri gönderenden. Asla dönek değildir Felek Asla bırakmaz dümeni insanlara; Şimşek çakan düşüncesi, damarlarla saklı, Yayılır üç boyutlu alanlara. Oturan Şeytan sabrıdır, Güllerle ve bir kefenle; Yolunu bilir, armağanlar dağıtır,— Ama bize vermez, gider payımıza düşenle. Ne iriyarı biridir o, ne ufak tefek biri, Hiç naibi yoktur onun,— Öyle-bir-aşk-ki-kusursuz,— Dehası baba oğlun. Ve önüne geçilemez onun iradesinin; Karaların ve denizlerin tohumları Atomlarıdır parlak gövdesinin, Ki yerine getirilir buyrukları. Hizmetçiye hizmet eder, Var gücüyle sever cesuru; Topallığı hastalığı öldürür, Geri gelir doğruluk arı duru; Tanrılar memnun olur tanrılardan, Ve zayıfı bir kenara atar; Hayırlarını hor görenlere Kollarını hızla daha fazla açar. Eski dünya çoraklaştığında Ve eskidiğinde çağlar o çıkaracak, Enkazın ve çöküntülerin içinden Daha adil ve tam bir dünya kuracak. Onca yasaklanır ümitsizlik; Yanaklarını sevinç kaplar; Ve insanlık adına umulmadık iyilik Bir çırpıda doğar. İlkyaz yine çiçek açacak düşüncede Altmış yıl dile kolay söylendiği zaman; Aşk yeniden uyanır çarpan bu kalpte, Ve biz değil miyiz asla yaşlanmayan? Buzulları üzerinde kışın Yaz parlaklığı görüyorum, Ve geniş kar yığınlarının altında Taze gül goncaları var biliyorum. |