OTUZÜÇ MENEKŞE
Bir morlukta alabora oldu gök
Tan söktü Güneş dik doruklara konan bir öpücüktü. ¦ Yürüyordu Yürüyordu değil, sürülüyordu Bir ak ölüme suçsuzlar, öbek öbek; Korkunç bir önseziyle tanık tepeler Utançtan eriyip küçülüyordu. Yatağında sütlü kahve içerken Karıcığı kırıtarak geçerken Paşa orasını kaşıdı derken. Otlar daha bir diridir şu an Koyak daha bir can kokulu. Öte yandan süngü, candarma, namlu Bir de o paşadan gizli buyrultu; Bir alçaklık göz kesilmiş, namludan Gelincik yüreklere nişan alıyordu. At üstünde geçer başkent sırtından Ülkeyi kurtarmış derler yağıdan Daha bir yağı mı olurmuş ondan? Göz bağlı, diz bağlı, dil bağlı Sıralandı yanyana otuzüç karaltı Ve nişancılar çöktü. Şu ılık dağ yellerinde sabahın, mermiler Bir kılıç komutla, yağmurca boşanıp Koca çınarları biçti yere döktü. Ne horoz sesi, ne ezan, ne koyun Ala bir acılıkta tüm doğa suskun Bitti demir ağırlığı uykusuzluğun. Bu dağ ne kıyımlar görmüştür bu dağ Bu yöre ne açlıklar, kavgalar, kanlar... Ve bu su, ne canlar almıştır bu su Ne gelinler yutmuş, ne taylar, boğalar... Ama bu kan var ya, otuzüç damla kan Varan şu otuzüç sıcak pınardan Akıp ezgi ezgi artık çağlara Onu tüm kirlerinden arıtıyordu. Buyurdu ölenler: kin tutulmaya Son bula bu acı, bu kan, bu kıya Mutlulukta yaşana koyun koyuna. Bir kızılda alabora oldu gök Gün söktü Ve otuzüç menekşe günle boyun büktü. |