ipek yolu kırıntılarıucu yanık haziran’lar başladı bizim buralarda gece mi uçar turnalar ne çığlık ne küçük bir nida bir kanat tüyü bile düşmemiş mühür sayam gelmemiş mektuplarına sökün zamanı bilirim sizin oralarda haberler ipe çekilmiş sanki bu kadar mı derin kaç kola ayrıldı ki volga biliyorum; muhbirim diye bütün kuşları vurdular gözüm karga sekmez belinde kaldı ince yağmurlu günler başlayacak koca isyancının asıldığı ne bel büken zamanlar sunarsın böyle bana sanrılar tasarımsız siyah prizmalarda ziya’m tüm kırılganlarım avuçlarımda bitmek üzere güneş’ten yontu çıkaran fer’im kaç defa değişti gölgesi aral gözlüm kavlimiz dediğin senelere çizdiğin muson’lar esiyor diyorlar sibirya ılık ıslak yarı kan ah...agnessa belli değil mi daha beklediğim hatırlıyor musun stalingrat’taki dülger dedeyi uzun uzun yollar, uzun uzun şehirler yapardı tahtalardan anlar gibi ayrılığı, yolu bana şehri sana verirdi kuzey denizleri dalgalanırdı gözlerinde bir martının yavrusu suya düşerdi susardım,susardın neylersin,bazen ipek yolu develeri eziyor sezgilerimi,acıtıyor içimi bu kadar kargı çıkar mı o kara kirpiklerden kolay mı sanırsın şark çıbanının deşilmesi ses veriyordu ya dünya’nın öbür ucundan, yaşlı kırımlı’nın verdiği o çaputtan ağlayan bebek hâlâ sende mi kasım |