(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
NECİP FAZIL KISAKÜREK şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
NECİP FAZIL KISAKÜREK şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
İnsan ruhunun derinliklerinde çağlayan suların gizli şırıltısını bize kadar getirip ebedileştirilmenin sırrını bilen Necip Fazıl, bir eli Yunus Emre'nin yakasında, bir elinde de Baudelaire estetiğinin meşalesi, bir mistik olduğu kadar da modern şairimiz, kuş uçmaz, kervan geçmez «Kaldırımlar»dan harikulâdeye susamış milyonlarca bakışın göz kamaştıracak kadar aydınlattığı sahneye atladı. «Tohum», piyesini yazdı.
Tiyatronun san'atkârı halkla burun buruna denilecek kadar temasa getiren bir san'at şubesi olduğu ve sanatkârın da şahsiyetinin etrafında bir mahşer kalabalığı bir ayin şenliği görmek arzusiyle için için yandığı, düşünülecek olursa, şair olsun, romancı ve hikâyeci olsun, her çeşit yazıcının tiyatroya karşı duyduğu zaafı, kabuğu soyulan bir muz gibi, kendiliğinden bütün mahremiyetiyle ortaya çıkar...
Halbuki Necip Fazıl, kemiyetçe mahdut, fakat keyfiyetçe namütenahi, seçkin bir okuyucu halkasının aydınlık ve şuurlu hayranlığını, güzeli çirkinden ayırt edip edemediği meşkük bir kalabalığın müphem ve hayat kadar fani alkışlarına tercih eden, beğenilmek, sevilmek hususunda da eserin inşasında gösterdiği titizliği gösteren nâdir sanatkârlardandır.
Edebiyatımızın bulutlu göklerine bir kavsi kuzah çizen bu anlayış, hakikatte, Necip Fazıl için, Necip Fazıl'ın tefekkür dünyası için ne zamandan beri olgunlaşa olgunlaşa dallarını kıracak bir raddeye gelen meyvelerin çatlayıp düşmesi kadar tabii ve derunî bir zaruretti; zira «Tohum» Eflatun'dan Bergson'a kadar insanlığın yüzyıllardır yetiştirdiği bütün büyük kafaların uykusunu kaçırmış olan bir meseleyi, ruh ve madde münakaşasını diriltmekte, Necip Fazıl'ın bütün estetiği ise özün kabuğa, ruhun maddeye üstünlüğü prensibine dayanmaktadır.
Necip Fazıl, şiirin «kelimeler arasındaki esrarengiz izdivaçlardan doğduğuna inanan» cins şairlerdendir. Bunun için «Ben ve Ötesi»nde, fikirlerini bize yalnız nağme ve lezzet halinde veren, şiirin büyüsü bozulur endişesiyle –pek haklı olarak– tefekkür dünyasını bulutlar ve sular arkasında gizlemeye mecbur kalan şair, Tohum'u yazmakla şiirin intizam ve güzellikten ibâret olan ülkesini muvakkat bir müddet için terkederek nesrin hudutları içine girmiş, bulutları ve sesleri dağıtarak sonsuzluk bahçesini kapısını ardına kadar açmış oluyor. «Tohum» «Ben ve Ötesi» şairinin bugünkü edebiyatımızın temel taşlarından biri olduğunu kabul etmekle tereddüde düşenleri bu yersiz tereddütlerinden kurtaracaktır, sanıyorum.
Cahit Sıtkı TARANCI Kurun Gazetesi; 4.11.1935 ................................... çok sevdiğim bir yazı idi paylaşmak istedim ................................... üstadı anlatmaya kelimeler dörtlükler sayfalara yetmez bunun bilincinde olarak selam vermeden geçemedim böyle içten ve güzel bir şiire helede kendisinin anıldığı ve her eserinin günümüzde baş tacı yapıldığı vafatının 29. yıldönümünde Üstad Necip Fazıl 'a böyle bir hoşluk elbette geçilemezdi sevgili Tuncer bey tebriklerim taa yüreğimden seçki elbette bu esere olurdu gözden kaçırmayanları da tebrik etmek lazım selamlar...
tuttuğun gibi tutmaya çalışmalıyım parmaklarımın arasında iki bela kalem ve sigara
…üstadın en büyük kusuru işte bu sigara illeti. Kendiside iki bela dediği biri kalem.
…kalem ki burada ironi olarak bela diyor. Çünkü doğruları yazan ve hakkı haykıran bir kalem her zaman “güç sahiçlerinin, iktidar sahiplerinin, dünyaya don biçenlerin, yönbiçenlerin, statükocuların hışmını çekmiştir. İşte bu nedenle bir beladır.
…diğer bela ise sigara. Sigara ise kişisel bir kusurdur. İşte bu illet öyle bir beladır ki insanın kanına ve ciğerlerine işliyor. Sevgilim, efendim işte sana bu “iki bela” ile döneceğim.
…NUR içinde yat üstadım.
…böyle bir şiire imza atmanızdan doloyı sizi en içten duygularla selamlıyorum sayın Yağmurun izi.
…beni bağışlayın amma fikrinizle Profil resminiz hiç uyuşmamış.
…bizim yörenin meşhur bir sözü var “önü kavurga kavurur, arkam saman savurur” tıpkı öyle bir durum söz konusu.
Elbette amacımız üzüm yemek. Hal bu iken, naif bir yaklaşımla değerli görüşünüzü bildirirken, kabaca bir tutum sergilemem işten değil. Bahsi geçen konunun doğruluğunda hemfikiriz.
Ötesinde ters bir üslup takınmam, kaleme almaya çalıştığım Değerli Üstadımızın fikir yapısına da zıt düşer. İşte o nokta tam anlamıyla gaflet noktası olur.
Varlığınız ve geri bildirimleriniz başım, gözüm üzerinedir.
Bir kez daha saygı ve sevgi ile selamlıyorum kıymetli dost...
…selam olsun kendisine HAK tavsiye edilince onu alıp başının üstüne koyanlara.
“Burada ifade etmek istediğim o ki, şekilciliğin ötesinde bir duruş bu. Neye benzediğimiz değil, neyi düşündüğümüz önemlidir... Yağmurun izi”
…şekilcilik elbette ki iyi değildir. Ama elzem olduğu yerler vardır.
…örneğin; frak giyip ya da kipa takıp dolaşmak ne kadar doğrudur. Hiç düşündünüz mü? Çünkü Allah rasulu buyuruyorki mealen "Kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır" buyurmuşlardır.
Dinimiz; kâfirlere, münafıklara, batıl din ve ideoloji mensuplarına muhalefeti ve onlara benzemekten sakınmayı emretmiştir.
Çünkü dış görünüş itibarıyla onlara benzemek, neticede ahlakî değerlerde, kötü ve çirkin işlerde ve hatta inançta onlara benzemeye sebep olur.
Gerçekten giyimde, sözde, davranışta ve işlerdeki benzeşmeler kalplere tesir ederek onlara karşı sevgi ve saygı meydana getirir.
…işte güzel kardeşim amacım “BAĞCIYI DÖĞMEK DEĞİL ÜZÜM YEMEKTİR”
…inanki, insan inandığı inancın değerleriyle yaşamayı bırakırsa yaşadığı ve özendiği şekilin değerleriyle amel etmeye başlar. Bu aynı zamanda da bilimsel bir kuramdır.
Kalem ve sigara. İki bela mevzusuna öyle güzel açıklık getirmişsiniz ki, sizin de yüreğinize sağlık değerli kalem.
Estağfirullah. Bağışlamak ne haddime. Doğru bir noktaya temas etmişsiniz. Dün gece benim de aklımdan gelip geçen bir durumdu profil resmim. Bu nedenle gülümsetti yorumunuz. Profil resmi ve şiirin aynı yerde abes durduğu konusunda kesinlikle hemfikiriz. Ve bir önceki şiirime bakılacak olursa, ondan sonra bu şiiri kaleme almanın da sıradışı bir yapısı var.
Şiirle uğraşan insanların farklı yapıları olduğu görüşündeyim. Aynı zaman diliminde, birbirine zıt iki kutupta yoğunlaşabilmek gibi bir durum sözkonusu. Bana birisi Necip Fazıl Kısakürek 'e bir saatin içinde bir şiir yazacaksın deseydi, o kişiye gülerdim. Öyle ki bu, yıllardır yapmak istediğim bir çalışmaydı. Burada ifade etmek istediğim o ki, şekilciliğin ötesinde bir duruş bu.
Neye benzediğimiz değil, neyi düşündüğümüz önemlidir...
Bu yazdıklarım savunma içeriği taşımıyor. Hâlâ profil resmimin şiirle uyuşmadığı görüşünüze katılıyor; sizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum..
Allah bizleri, nefsinin kölesi olan kullardan değil, Üstad gibi: "Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök" diyen kullarından eylesin.. Bıraktığı eserleri elimizden geldiğince gelecek nesillere aktarmayı nasip etsin..
Şiirinizle bir kez daha anmış olduk.. Mekanı cennet olsun.. Sizin de yüreğinize sağlık Tuncer Bey..
ego tarafından 5/26/2012 1:17:39 PM zamanında düzenlenmiştir.
Güzel bir vefa şiiriydi Necip Fazıllar olmak elbetteki imkansız ama şaiirler başkalarının yerinde olmak için degil kendileri olmak içinm şiir yazarlar ve ünlü şaiirlerin açtıgı yolda yürürler kutluyorum sizi bu anlamda
Fikirleri ve eserleriyle yolumuzu aydınlatan edebiyat abidesine yazılmış enfes bir eser olmuş. Dün, gün boyunca bende bir kaç karalama yaptım ancak üstada yakışmaz düşüncesiyle vaz geçtim. Kutlarım nadide kaleminizi değerli edibim.
Bizler onun kaldırımlarında yürüyoruz maksadımız şiirin efendisini olmak Üstadın tahtına konmak değil onun yürüdüğü yoldan kaldırımlardan ilahi hakikatat varmak onun ışığında yürümek.Muhterem şair kardeşim yüreğine cesaretine ferasetine sağlık haklı yerini alan şiirini ve usta kalemini kutladım selam ve dua ile.
Türk edebiyatında Baudelaire’in (Charles Pierre Baudelaire, 1821-1867) tesiri üzerinde hissedilen şairlerin adı sayılırken Necip Fazıl’ın ismi de bu noktada ön plana çıkarılmaktadır. Necip Fazıl’ın, Baudelair’i pek sevmediğini biliyoruz. Ancak yine de Üstat, onun dikkate değer bir şair olduğuna değinir.
Üstadın Baudelaire’e yakınlığı, yazılarından anladığımız kadarıyla Paris’te bulunduğu yıllara dayanır. Paris, Necip Fazıl’da olduğu kadar, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yahya Kemal’de de etkili olan bir şehirdir. Yahya Kemal’de Necip Fazıl gibi, bu hayallerinin şehrine diploma almaya gitmiş ancak, o da Necip Fazıl gibi, diploma alamadan geri dönmüştür.
Paris yılları Necip Fazıl’ın "kumar" tutkusuna yakalandığı ve gündüzlerine doğru düzgün şahit olamadığı, hep gecelerini yaşadığı bir dönemdir. Paris’te birlikte bulunduğu arkadaşları kendilerince içinde bulundukları sıkıntıların tesellilerini ve boşluklarını "kadın" ve "içki" de bulmaya çalışmışlar o ise, bu teselliyi "kumar"da aramıştır.
Necip Fazıl ve Baudelaire’in buluştuğu nokta, hayatın en uç noktalarına kadar nefsinin arzuladığı biçimde gidebilme cesaretlerine sahip olmalarıdır. Baudelaire, ömrünün sonuna kadar, zaman zaman şikâyet etse ve kaçıp kurtulmak isteğine sığınsa da nefsinin emrinde ömür sürmüş bir şairdir.
Baudelaire, kısa ömründe (1821-1867) "şehvet" ve "kötülüğün" esiri olmuştur. Necip Fazıl’da ise buna benzer olarak "kumar" tutkusu oluşmuştur. Kumar, onda sadece kâğıt ya da zarların tayin ettiği bir oyunun heyecana sürüklediği ruh tatmini değil, bir hayat felsefesi, bir yaşam biçimi haline gelmişti. İşte Baudelaire’den Necip Fazıl’a tezahür eden en önemli nokta da bu kumar tutkusudur. Aynı bohemi iki farklı açıdan yaşayan iki farklı ruhtur, Baudelaire ve Necip Fazıl.
Necip Fazıl’ı Baudelaire ile karşılaştıran ve bu ünlü Fransız şairin Üstat üzerinde birçok noktada etkisi altına aldığını iddia eden Doç. Dr. Ali İhsan Kolcu, konu hakkında kaleme aldığı makalesinde çok ilginç ve ana noktadan uzaklaşan, sapan tespitlerde bulunmuştur. Kolcu, neredeyse Necip Fazıl’ın Baudelaire’i okuyup, ondan temalar alarak devşirip kendi şiirini oluşturduğunu dile getirir. Makalesinin son kısmında da bu tarz etkilenmelerin normal olduğunu, etkilenen kişinin edebi olarak pek de bir şey kaybetmeyeceğini belirtir. Ancak bizce Doç. Dr. Kolcu, ilimi olarak da, insani olarak da Necip Fazıl’ı gerektiği gibi etüt edememiş ve ortaya koyduğu tezin açmazlarını en başta kendisi farkına varamamıştır. Sanki adı geçen makale, hızlı bir şekilde hazırlanmış belki de servis edilmiş karakalem bir deneme olmuştur. Kolcu’nun bu makalesine karşı Mehmet Soyak, cevap niteliğinde bir yazı kaleme alır ve bu makalesinde daha doğru tespitler yaparak Üstadın hakkını geri vermiştir.
Bu iki şairi, yaşadıkları bohem noktasında ortak gösteren Doç. Dr. Kolcu’ya karşı Mehmet Soyak, Necip Fazıl’ın yaşadığı bohem ve melankolinin çok farklı olduğunu dile getirir. Soyak, Baudelaire’in içinde yaşadığı çevre ve topluma karşı "aciz, silik, tavırsız, karşı duruşu olmayan" bir kişiliğe sahip olduğunu hatırlatarak, J. P. Sart’ın Baudelaire incelemesinde bu tespitleri yaptığına dikkat çektikten sonra onun; ölene kadar babalığının ve annesinin vesayeti altında yaşadığını, annesinin kendisine karşı tahakkümüne ve ilgisizliğine sızlanan, yaltaklanan bir mizacından bahseder. Soyak, Baudelaire’in yine de annesini sevdiğini dile getirdiğini belirterek "Adeta arkadaşsızdır, çevresizdir. Kadını var (dır) ama metres mi, sevgili mi, metres-sevgili mi olduğu belli değildir. Sevgilisini başkalarıyla ilişkisini bilir, yine de onu kabul eder ve sever. Dine karşıdır. Tanrıya inanır ama isyan üzerindedir hep. İnanç ve düşünce buhranı yaşamıştır. Melankolisi ve yalnızlığı psikolojiktir."
Necip Fazıl ise yaşadığı bohem ve melankoli açısından Baudelaire’den çok daha farklıdır. Kolcu’nun iddia ettiği gibi bu iki şair, bohem yaşama konusunda ortak olsalar da, yaşadıkları bohem ve melankoli çok başkadır. Necip Fazıl’ı dikkatli olarak incelersek onda Baudelaire gibi, içinde yaşadığı topluma ve insanlarına karşı eksik ve tutuk değildir.
Mehmet Soyak, Kolcu’nun makalesini eleştirdiği yazısında Necip Fazıl’ın bu yönüne değinerek "Necip Fazıl, bir kaçı dışında çoğu sanatçıda görülen insanlara ve topluma karşı çekingen, buruk ve eksik tavırdan uzaktır. Tam tersine, insanlara ve hayata karşı rahat ve hâkim tavırlıdır. Bu özellikleriyle değil Baudelaire, hiçbir sanatçıya benzemez. O, ilk gençliğinden itibaren yerleşik düşünce, geleneksel din anlayışı ve toplumsal düzenle uyuşmamış, sonrasında en şiddetli metafizik buhranları yaşamıştır. Bu bakımdan, Necip Fazıldaki sıkıntı ve melal fikir temellidir."
İşte bohem hayatı noktasında birbirine benzeyen bu iki şairin bazı şiirleri karşılaştırıldığında da, ortaya şiir noktasında "etkilenme" çıkıyor. Gerçi Necip Fazıl, Baudelaire’in yaşadığı suni cenneti dekorlara benzeterek kendisinin böyle bir cennette yaşayamayacağını dile getirir ve "… Dekorlarda yürünemez, saraylarda oturulamaz. Kimyevi saadetlerden anlayamam. Bu türlüsüne uzak benim yaradılışım…" demektedir. Baudelaire’in "Çalar Saat" şiiri ile Necip Fazıl’ın "Geçen Dakikalarım" şiiri karşılaştırıldığında bir etkilenmeden söz edilmektedir.
Baudelaire bu şiirinde; insan hayatı ile ona verilen ve adına ömür dediğimiz zaman arasındaki dengesiz ilişkiye dikkat çekmekte ve çalar saatin iğrenç hortumlarıyla insan ömrünü emdiğini, bunu yaparken de, zalimce ve hoyratça davrandığını belirtir. Baudelaire, zamanın altın değerinde olduğuna dikkat çeker ve insan ömrünün, ancak değerli bir yaşantıya dönüştürülürse anlamına ulaşacağına inanır. Kendi yaşam biçiminin zevk ve sarhoşluk içinde olmasını ve zaman aşımı olan bir zenginliğe dönüşmesini arzu eder. Böylece ömür diye tarif ettiği o sınırlı zaman, gereği gibi değerlendirilmiş olacaktır. Fakat yine şaire göre, insan zaman karşısında aciz bir tutum sergilemektedir ve bu tutum da şairi derin düşüncelere sevk etmektedir.
Necip Fazıl’da Baudelaire gibi, geçip giden zaman karşısında sitemde bulunmaktadır. Baudelaire, zamana bir hayat yerleştiremezken, anı yaşantıya çevirememektedir. Necip Fazıl da ise, geçip giden bir hayatın muhasebesi yapılmaktadır.
Necip Fazıl’ın "Saat" şiirinde de açık bir Baudelaire etkisi olduğunu dile getiren Doç. Dr. Ali İhsan Kolcu; "Necip Fazıl’daki ‘şehvet’ teması ve bu temanın şiirlerinde işlenişi yine Baudelaire tesirini açıkça ortaya koyar" demektedir. Bunun dışında Necip Fazıl’daki "kadın" teması, Baudelaire ile paralellik arz eder. Necip Fazıl’ın ilk dönem şiirlerinden olan ve kendisinin daha sonra "Çile’ye" almayarak reddettiği şiirlerden olan "Kadın Bacakları" ile Baudelaire’in "Öğleden Sonrasının Şarkısı" birbirine yakın bir düzlemdedir. Gerçi Necip Fazıl, daha sonraki dönemlerinde bu tarz şiirlerini ve kadın temasını değiştirmiş ve bu konuda kendi hakikatine uygun yeni tanımlamalar getirmiştir. Gençlik döneminde Necip Fazıl’da kadın, şiirin temel temalarından birisini oluşturur ve dişiliği ile ön plana çıkar. Ancak daha sonraki döneminde yani şiirini bir davanın ve cemiyetin hizmetine verdikten sonraki dönemde kadında, metafizik bir arayışın peşine düşmüştür. Necip Fazıl artık kadını, "dişilik" kavramı yerine "erdemin tecelli ettiği bir kaynak" olarak görmeye başlamıştır. Baudelaire ise kadını temel bir izlek olarak kullanır ama bunu yaparken kadın onun şiirlerine "anne, fahişe, sevgili, dost, kız kardeş, aşk ve güzellik" unsurları olarak girer...
Doç. Dr. Kolcu’ya göre, Necip Fazıl’ın "Ben ve Ötesi" isimli şiir kitabında yer alan "Hayal" isimli şiiri, işlenen tema açısından incelendiğinde içinde Baudelaire etkisi taşımaktadır. Bu şiirde yakıcı bir "şehvet" teması göze çarpmaktadır. Daha önce de değindiğimiz gibi şehveti bu tarzda işleme Baudelaire’de en temel noktaydı. Yine Necip Fazıl’ın "Bekleyen" şiiri ile Baudelaire’in "Hortlak" şiiri karşılaştırıldığında konunun birbirine benzediği görülecektir. Ancak Necip Fazıl konuyu Baudelaire’den alırken bazı ayıklamalar yapmıştır diyen Doç. Dr. Ali İhsan Kolcu; "Onun şiirlerinde kullanılan ´cin, peri, iblis, hortlak, mezar, azap, ölü, tabut´ gibi kavramlar Abdülhak Hamid, Tevfik Fikret birkaç istisna dışında, bu denli yoğun ve ürkütücü biçimde ele alınmamış, bu kavramlar üzerinde ısrar edilmemişti. Bunun Necip Fazıl üzerindeki Baudelaire etkisinden geldiğini düşünüyoruz" demektedir.
Kolcu’nun bu tespitlerine değinen Mehmet Soyak, "kadının diriltici etkisi ve kadına tapma imajlarının Baudelaire’den esinlenerek alındığı" yorumunu kabullenmezken bunu kadına tapma olarak değil, kadını yüceltme ve perestiş duyma nedeni olarak görür.
Soyak; "Ayrıca birçok şair sevgilisine tapınmadan söz etmiş; divan şiirinde de sevgilinin Mesih etkisinden bahsedilmiştir" derken Kolcu’nun yaptığı şiir karşılaştırmalarında geçen "Bekleyen" şiiri ile Baudelaire’in "Hortlak" şiirinin imaj açısından çok farklı olduğunu söyler.
Yine Necip Fazıl’ın "Aynalar Yolumu Kesti" şiiriyle Baudelaire’in "Kendini Cezalandıran Kişi" isimli şiiri bir etkileşimi ortaya koyduğunu ifade eden Kolcu, iki şiirde de ortak motiflerin varlığından bahseder.
Kolcu’yu bu noktada da eleştiren Soyak, aynalarla ilgili şiirler için imaj ve motif benzerliği iddiasını, "Kafa sahibi her insan ayna karşısında, alık alık kendini seyretmek yerine, geçmişini sorgular" diyerek eleştirmektedir.
Yine Kolcu’ya göre, "Seyahate Davet" ve "Spleen" (C. P. Baudelaire) ile "Takvimdeki Deniz" ve "Çan Sesi" (N. F. K.) şiirleri arasında da etkileşimden bahsedilebilir. Kolcu, Necip Fazıl’ın "Çan Sesi" şiirindeki konuyu, ilhamı ve esini doğrudan Baudelaire’in (Spleen) şiirinden aldığını yazar.
Ancak Baudelaire, iç sıkıntısını uzun uzun anlattığı şiirinin sonunda çan seslerinden bahseder. Necip Fazıl’ın "Çan Sesi" şiirindeyse, sürekli çalan çanların yıldırıcı seslerini verdiği melankoli işlenir. Bu farklılığa rağmen Kolcu yukarıda zikrettiğimiz ifadeyi kullanmaktan çekinmez.
Baudelaire’e ait "İki Kişilik Oda" isimli mensur şiir, Doç. Dr. Ali İhsan Kolcu’ya göre Necip Fazıl’ın "Otel Odaları" şiirine kaynaklık etmiştir. Tüm bunların dışında Orhan Okay, "Kaldırımlar", "Ben" ve "Serseri" gibi şiirlerin yazımında da Baudelaire tesiri olduğunu düşünür ve iki şairin kullandıkları kelime dağarcıklarının birbirine yakın olduğunu ifade ederek, yine her iki şairin bohem hayatını "etkileşime" bir örnek olarak sunar. Kolcu’ya göre, iki şair arasında ortaya konan etkileşim bunlarla da sınırlı değildir.
Doç. Dr. Ali İhsan Kolcu, Necip Fazıl’ın poetika noktasında da Baudelaire’den etkilendiğini dile getirmektedir. "Hikâyelerim" isimli eserinde yer alan "Esrar" adlı öykünün de Baudelaire etkisi taşıdığına dikkat çeken Doç. Dr. Kolcu; "Ancak bu etkileşimi şairimiz için bir kusur ve eksiklik olarak görmemek lazımdır. XIX. Yüzyılın kaotik panoramasını Fransız ve Avrupa ölçeğinde spleen’le karşılayan ve bu büyük ‘ağrının’ şiirini yazan Baudelaire’le, takip eden yüzyılda aynı zihni kaosu yaşayan Türkiye’nin sancılarını ‘çile’ kavramı ile izah eden Necip Fazıl da, rüyasını gördüğü cemiyetin büyük ‘ağrısını’ hissedip dizelerine yansıtmaya çalışmıştır" demektedir.
Mehmet Soyak ise, Kolcu’nun Necip Fazıl’ı çok değişik bir şekilde ele aldığı makalesini okudukça hayret ve dehşete düştüğünü belirtir. Soyak, "Necip Fazıl, Baudelaire için diğer çağdaş şairlerden, farklı olan, zamanı aşan sanatçı kişiliğini, dehasını görmüş ve beğenmiştir" der. Doç. Dr. Kolcu’nun iddiasının aksine Mehmet Soyak; "Aynı düşünce ve duyarlılıkları, birbirinden habersiz sanatçılar ifade etmişlerdir. Necip Fazıl’da, usta film yönetmeni Tarkovski de ‘Sanatın gayesinin mutlak gerçeğe ulaşmak’ olduğunu söylerler" demektedir. Soyak, Kolcuyu eleştirdiği makalesini bitirirken Türk Edebiyatının usta kalemleri olan Tarık Buğra, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Ziya Osman Saba ve Sezai Karakoç’tan Necip Fazıl’ın şiiri ve kişiliğiyle ilgili alıntılar yapar. Mehmet Soyak neticede Doç. Dr. Ali İhsan Kolcu’nun makalesini pek değer ve anlam ifade etmeyen cümlelerle bitirdiğini ifade ederek Kolcu’nun yazısından "Necip Fazıl ‘Elem Çiçekleri’ kitabını açarak her bir şiir üzerinde, uğraşa/didine, düşüne/düşüne kendi şiirlerini yazmıştır" sonucunun çıktığını belirtir.
Türk şiirinin yaşayan efsanesi Sezai Karakoç da, "Edebiyat Yazıları II, Dişimizin Zarı" isimli eserinde, Baudelaire’i tam manasıyla bir sembolist şair olarak kabul etmenin imkânı olmadığını vurgular. Her iki şairde ortak gibi görünen vücut arzuları ve şehvet objelerini ele alınış bakımından farklı bulan Karakoç’a göre: "Baudelaire, zaman zaman ten hazlarına kendini bırakıp gitmektedir. Hatta kimi zaman teselliyi bu hazlarda arar gibidir. Zaman zaman duyulan pişmanlıklar da bu hazların tabii olarak getirdiği pişmanlıkların sınırını aşmaz."
Yine Sezai Karakoç, vücut arzuları ve şehvet objelerinin Necip Fazıl’da ise "Ten, daha çok insanın ayağını bağlayan bir bağdır, insanı rapteden, insanı yüceltmekten alı koyan, ruhun büyük şuuruna engel olan günahların kaynağı" olarak işlendiğini vurgular.
Netice olarak Kolcu’nun üzerinde tam tefekkür edilmemiş, fikri zahmete girilmeden belli hükümlerle kaleme alınmış makalesi göz önüne alınarak Üstat hakkında değerlendirilme yapılamayacağı kanaatindeyiz. Çünkü Necip Fazıl, Türk şiirinde işlenmeyen bazı temaları ısrarla işlerken toplumsal duyarlılığını, fert olarak sorumluluğunu bir kenara atmamıştır. Bunu şu nedenle söylüyoruz; sadece eser mi, yoksa eser ve yaşam mı noktasından düşünürsek iki şair arasındaki en önemli fark da ortaya çıkacaktır. Necip Fazıl, Sayın Soyak’ın da belirttiği gibi; sorumluluklarından kaçmayan ve gerektiğinde kellesini milyonların ayakları altına atan modern yüzyılın aydın prototipini oluşturmaktadır. Eserleriyle hayatı bu kadar iç içe girmiş bir dava, fikir ve aksiyon adamının sanatsal kişiliğine gölge düşürecek bazı asılsız etkileşimleri sebepsiz yerde dile getirmek art niyetli bir davranış olsa gerek. Sonuçta Necip Fazıl ve Baudelaire, hem şiir temaları hem de bu temaların işlenişi açısından doğu ve batı kadar birbirlerine uzaktırlar. Bunun dışında yine bu iki şair, eserleri ve kişisel yaşamlarıyla da çok farklı bir çizgi çekmişlerdir. Bunu anlamak için sadece Necip Fazıl’ın hayatını okumak yeterli olacaktır kanaatindeyim...
Davut Bayraklı www.aygazete.com
---
Bende soruyorum ? Hangi Necip Fazıl... Solcu mu ? İslamcı mı ?
çok güzel bir konu seçmişsin oğlum bu mübarek günde.hem onu anmıoş olduk.hem herkesin geçmiş kandili mübarek olsun.
yaşıyorsun efendim yaşıyorsun her sabah heybetinle yükselirken gökyüzüne sığmıyor imanımın gözlerinden taşıyorsun … bu bölümlerde onu ne kadar sevdiğini ve ona ne kadar değer verdiğini anlatmışsın.benimde sevip,saydığım bir şairdir. bende onun güzel sözlerinden eklemek istiyorum iznin olursa.
(Sonunda "eyvah" diyeceğin şeylere, başında "eyvallah" deme.)
(Dünya güzel olsaydı, doğarken ağlamazdık. Yaşarken temiz kalsaydık ölünce yıkanmazdık.)
(İnsanın sevdiğini kaybetmesi, dişini kaybetmesi kadar ilginçtir. Acısını o an yaşar, yokluğunu ömür boyu)
Harika bir şiirdi.Kutlarım.Puanım tam.Selamlar arkadaşım.
ALLAH RAHMET EYLESİN.MEKANI CENNET OLSUN.NURLAR İÇİNDE YATSIN İNŞALLAH......
suzan çelik tarafından 5/25/2012 7:44:26 PM zamanında düzenlenmiştir.
'Şiir'di. İnsanı kendinden alan dizelerin yaratıcısı üstadı yaşatan yüreğe-kaleme teşekkürler...
"seni dağladılar, değil mi kalbim, her yanın, içi su dolu kabarcık. bulunmaz bu halden anlar bir ilim; akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.
sensin gökten gelen oklara hedef; oyası ateşle işlenen gergef. çekme üç beş günlük dünyaya esef! dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!" N.Fazıl Kısakürek rahmetle.
Saygıyla...
sera. tarafından 5/25/2012 7:32:59 PM zamanında düzenlenmiştir.