APOSTROPHE
dünyaya bir kuyudan bakar gibi
bakan bir bodrum katın penceresinden -önüne saksılar dizili, birinde bir kahkaha çiçeği- ‘yerdüzünden bakmayınca gökyüzü çok uzak’lığı bulan kadın geçirimsiz bir toprağı şekillendirip sanki durmadan getirip koyuyor içindeki ıssızlıkla dışındaki uyumun arasına bunca düşten sonra parklar, karanfiller için bir konudur, konuşulur. ah bunca alışkanlık!.. bunca karabasandan sonra.. karanfiller, parklar için bir biçim konuktur, konuşulmaz kokusuzlukları sokaklardayım işte, giderek caddelerde vitrinlerle, tabelalarla, afişlerle yüzlerle, gözlerle kalabalıklar içinde kendimle mutlu muyum.. değil mutsuz mu.. değil öyleyse.. iyisi mi böyle sorular sormamalı insan kendine sorup da yormamalı kendini çevirip geçigeçiverenlerden birini, sorsam mutlumu sunuz hayır, saçmalamayın reklam olsun akılda kalsın için fiil çekimi yapmıyoruz mutlu musunuz nasıl.. neyle hangi pabuç, hangi gömlek, hangi pantolon hangi gazoz, hangi kola, hangi meyve suyu hasıl ekmek, nasıl sebze hangi sularla, şaşarak aldıklarınızla mı musluklardan beklediklerinizle mi hangi taşıt, nasıl alkol, hangi meze, nasıl meyhane -meyhane değil içkievi mi.. iyi, siz öyle deyin- düşlediğiniz hangi ölümle mutlu uçuşan kuşlara bakarkenki mi başucu kafesinizde bir ötücünüz varkenki mi hangi renkte, değil mi ama bir de o var, hangi renk hangi ses ya da sessizlikle nasıl evle, nasıl odalar seçebildiğiniz mi, bulabildiğiniz mi hangi çiçek, hasıl saksı, nasıl pencere ya da hangi bahçe, o da sorulur mu değil mi ama herhangi bir bahçe olsun da.. peki hangi soruyu durmadan nasıl yanıtlayıp hangi anı nasıl anmakla hangi düş, nasıl düşlemlerle bakın uzar gider sorular mutlu musunuz diye sormuyorum kimseye de fiil çekimi yapmıyoruz diye şakalaşarak kendimle dönüp gelmişim evime kendim için ayırdığım zaman, seçtiğim yalnızlık dünyaya bir kuyudan bakar gibi.. sokaklardan kaçarak, sığınarak sokaklara bakımsız bir bahçe gibi bırakılan içimi düzeltiyorum çoğu sevmiyor ben kendini göremediğinden bakışımlı değil dünyaya bir kuyuya bakar gibi bakışlarım bir temmuz sabanına geçkin bir düşten geçerek duş almışım duruyorum işte aynamın önünde ıslak saçlarım -ardı şıksız bir ayna mıdır zaman bak: sırrı dökük aynalarda/aynalarla parçalanmış yüzün yanılsaması bütünlüğü ardı sırsız bir aynadır zaman gördün mü kendini öyle bir aynadan.. “ten saydam değildir”* bir kıyıdan ufka bakar gibi içime sesleniyorum adımı yineliyorum içsesimle bakaraktan dönüp yüzüme -idil… idil… idil… idi.. adım kendime bir telmih diye iç geçirerekten, öyle yaşamıyorum ki durmadan, durmadan kendimi anımsıyorum aslında.. işte, böyleyken böyle ben, sokağa açılan penceresiz kadın bu yalnızlık kentinde bu yalnızlık kendimden belki de o mu, zamanın bir gerinişi gibi duran şu kedi mi benim değil, benimle adı.. karanlık… (*) ursula k. le guin, ‘mülksüzler’inden |