çocukluğumkaç defa fırat’ın cinlerini avcumda besledim tolu kusarken ala bulutlar eğin yamaçlarına bir elimde besmele bir elimde yoksulluk korkular çullanırken yüreğime bir bostan kulubesinde dünya’m ufuklarla çizilmiş şimşeklerin ürkek aydınlığında bir varım bir yoğum bilir misin ala tavşan karnı gibidir kızamık rengi benekli renksiz çiçekli pasinler ekspresi’ne yapışır kaçak yolcular gibi çocukluğum hangi türküler albasmalarını kovar günebakan tarlalarının içinde yok ezberimde değirmen yolcuları geçer uzak patikalardan bir katır yükü umutla dillerinde destan yanık mı yanık sanki mavzer sesi yatıya kalır koyaklarda toplasam ellerim yanar toplamasam dillerim lal al bu bastıkça basar kevser’e dönmez fırat inadına akar don gibi durgun kaybolur çığlıklarım eteklerinde takavil yolcuları sessiz gelirler çeşme başına bağırları yanık travers emek kokarlar ışıklı vagonlar geçer sonra zelzele ovasına doğru gece kuşları öter ben ürkerim seyfizulyezen düşer aklıma her ot sapından kılınçlar kuşanırım onüçündeyim kaç renk altın vardır güneş’le boğuşurken bu deli ırmak dönemeçlerinde görürüm harmanlar kurarım en keskin çakır dikenlerine o altın renkli öküzlerle öğütürüm her dikenin tohumu vardır her diken çiçek verir bilirim defalarca çömlek patlamış farkına varmadan saflığına oynadığımız oyunda neden korkun yok dersin sevdalım öd mü bırakmışlar bizde hep biz ebe dolunay gibi patlarken kinimiz vız gelir hayat bazen med bazen cezir su verilen çelik bir daha basılır mı suya döner mi ham demire ida’larımız ana fikirsiz kalın roman şimdi ziyaret tepesinde çaputlu çalıda yeldedir onurumuz eldedir kasım |