Palyaço
Yüzünü kaldır gök, yüzümden.
Gözlerinin tam ortasındaki o siyah nokta güneşime perde. Adım, ayrılık sonrası o son öpücük. Adım adım ezen yüreğimi, gidişinin düşürdüğü o son gölge… Akıyor makyaj ve sırıtıyor dünyaya sakladığım hüzün. Kaldırmıyor aklım anlamsız hiçbir vedayı, Beni sen kaldır palyaço. Tenim yok artık, dizimdeki yara bile vücudumla bütün. Ellerim üşüyor, Ağla sıcak yaşlarını avuçlarıma, ısıt beni. Düşüyorum palyaço, tut. Bir kaptan yakıyor içimde gemisini, İçimdeki çocuk yüzme bilmiyor, Kurtar palyaço… Ben ne kadar yaşlansam aklım o kadar eskide kalıyor. Unutamadığım bir kuyruk acım var, Kendime yediremediğim bir teselli… Doyur beni palyaço. Giden gelir mutlaka de, Ve deniz hep mavi! Sen kandır beni… Asma yüzünü sakın, benim kadar üzgün olamazsın. Yanakların kırmızı, utanıyor musun? Göz kapaklarının arasından sızıyor yağmur, Yoksa teninden kırmızı boyaları mı yıkıyorsun? Yıkıyorsun palyaço, Yıkılıyor yüreğime inşa ettiğim bütün ibadethaneler. Bir suç gibi işlerken gideni iliklerime, Masal kahramanlarım intihar ediyor birer birer… Saçalım mı şimdi içimize gömdüğümüz bütün ölüleri sağa sola, Bir duaya muhtaçken küfredelim mi arkalarından? Yarım kalmış savaşlarımızı kazanalım Ve kazalım mezarlarını başka bir cehenneme. Unutmak yok palyaço! Unutmak imkansız zaten. Hatırla sen de. Zebanilerin böylesine acımasız oluşu, Hiç aynaya bakmadıklarından değil mi sence? Yaz yağmurlarını da seversin sen palyaço. Yaz, yağmurları da bu şiire. Kapat kitabı ve bırak anahtarı kayıp bir çekmeceye. Tut elimi sonra. Dönelim öldüğümüz yere… Ezgin KILIÇ |