ROMAN OKUDUM SENİ DÜŞÜNDÜM
Bende tarçın sende ıhlamur kokusu
Yürürüz başkentin sokaklarında Bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi Üstünde iki yonga: Çarşamba, bir de cuma Ayrılık lafları etme sevgilim Önümüz Temmuz önümüz Ağustos nasıl olsa Kolkola yürüyoruz tek tük öpüşüyoruz Sonra ayrılıyoruz korkuyoruz da Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da Kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa İşimiz mi yok, şu Akay’a sapalım istersen İstersen garson girelim ilkyazın gazinosuna Börekçi! diye bağır istersen şurda Kısmet çıkar -sanırım- Emek’te oturan kıza Abiler! Abiler! diye bir şey satayım ben Mendilim kalmamış kağıt peçete yok mu çantanda? Üç peseta gibi bir paraya dondurma yemiştim Madrid’te yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu Londra’da Seversin mi beni, doğru söyle ama? - Sigara? Ne eflatun etin var, yanarca mı yanarca İnan Selimiye’nin minareleri gibisin Her seferinde başka yoldan çıkılır nirvanaya |