KONUŞAN KUR’AN HZ. ALİŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Hz. Ali: ’Ben Konuşan Kur’an’ım…!’
Muaviye Seksen beş bin kişilik bir ordu hazırladı ve Sıffın’a doğru yola çıktı. Hz. Ali ise Doksan bin kişilik bir ordu ile Sıffın’a yöneldi. İki ordu M. 657 yılında karşı karşıya geldi. Sıffın savaşı her ne kadar Hazreti Ali ile Muaviye bin Ebi Süfyan yanlıları arasında cereyan eden bir savaş olsa da gerçekte Emevi – Haşimi mücadelesinin kanlı bir aşamasından ibarettir. Haşimiler, ehlibeyt yolunda Muhammedi İslam’ın temsilcileri idiler. Emeviler ise, Hz. Muahmmed’e ve onun ehlibeytine karşı düşmanca ve kindar bir tutum içindeydiler. Gerçek şu ki, Emevi önderlerinin pek çoğu İslam’a gönülsüz ve mecburen katılmışlardır. Nitekim Muaviye’nin babası olan Ebu Süfyan Mekke’nin fethi sırasında başka bir çaresi kalmadığı için İslam’a girmiştir. Oğlu Muaviye’nin de benzer bir tutum içinde olduğu hem Şam valiliği süresince yaptıklarından hem de Hazreti Ali’nin hilfetine karşı isyan bayrağını açmasından anlaşılmaktadır. Emevi soyundan olan Halife Osman’ın öldürülmesinin suçunu ehlibeyte yükleyecek kadar düşmanca bir tavır sergileyen Muaviye, Şam halkını ve yandaşlarını Hazreti Ali’ye karşı kışkırtmak için Osman’nın kanlı gömleğini ve karısını kesilen parmaklarını Şam’da caminin minberine astırdı. Camilerde ehlibeyte ve Alevilere karşı intikam nidaları atılıyordu. Böylece camiye gelen Şam halkı ehlibeyte ve Hz. Ali’ye düşman oldular. Osman’ın öldürülmesinden Hz. Ali’yi ve Alevileri sorumlu tuttular. Oysa asıl suç ilk halifenin seçiminde peygamberin vasiyetine uymayanlardaydı. O vasiyete uyulsaydı bunların hiçbiri belki de yaşanmayacaktı. Camilerde toplanan Muaviye yandaşları ve askerler Osman’ın intikamını alıncaya kadar yataklarında uyumayacaklarına ve yıkanmayacaklarına dair yemin ediyorlardı. Sonunda Muaviye Seksen beş bin kişilik bir ordu hazırladı ve Sıffın’a doğru yola çıktı. Hz. Ali ise Doksan bin kişilik bir ordu ile Sııfın’a yöneldi. İki ordu M. 657 yılında karşı karşıya geldi. Muaviye’nin ordusu Fırat ırmağı ile arasında Hazreti Ali’nin ordusu olduğu için ilk geceyi susuz geçirdi. Bunun üzerine Muaviye Hazreti Ali’ye elçi göndererek ırmaktan su almalarına izin vermelerini istedi. Hazreti Ali, kendisine karşı isyan eden bu ordunun susuz kalmasına razı olmadı ve nehirden su almalarına izin verdi. Ne hazin ki Hazreti Ali’nin gösterdiği bu yüceliği Muaviye’nin oğlunun askerleri Kerbela’da Hazreti Hüseyin’e karşı göstermeyeceklerdi. Günlerce susuz bırakarak ona işkence etmeyi mübah sayacaklardı. İki ordu bazı ufak çarpışmalara girişti. Fakat gönderile karşılıklı ewlçiler yoluyla H. 37 sensi Muharrem ayının sonuna kadar ateşkes ilan ettiler. Safer ayının ilk günü savaş yeniden başladı. İlk yedi gün iki ordunun birer komutanının karşılıklı mübarezeleri ile geçti. Sonra Hz. Ali toplu saldırı emri verdi. Savaş birkaç gün olanca şiddetiyle devam etti. Ammar bin Yasir’in şehit edilmesine çok üzülen Hz. Ali’nin şiddetli saldırısı ile Muaviye’nin ordusu dağılma noktasına geldi. Savaş tam kazanılmak üzereydi ki Muaviye’nin komutanlarından Amr Bin El – As, askerlere mızraklarının uçlarına Kuran sayfaları takmalarını istedi. Böylece, "bize saldıran Kuran’a saldırmış olur " fikrini Hz. Ali’nin ordusu arasında yaydılar. Bu şekilde Kur’an, ehlibeyt ve Hz. Ali düşmanlığının bir simgesi haline getirilmek istendi. Bu olay kutsal kitabımız Kur’an’ın siyasete ve ehlibeyt düşmanlığına alet edilmesinin ilk örneği olarak tarihe geçti. Başvurulan bu hile etkili oldu ve Hazreti Ali’nin askerlerinin bir kısmı savaşmaktan vazgeçti. Hazreti Ali bunun bir hile olduğunu anlatmak istedi. " Ben konuşan Kur’an’ım, bana uyun" dese de ona uymaktan vazgeçtiler. Böylece Muaviye mutlak bir yenilgiden kurtulmuş oldu. Hazreti Ali’nin ordusunu terk edenler de İslam’da üçüncü bir hizbi oluşturdular: Hariciler… Muaviye ve Hazreti Ali yanlıları arasında Kur’an’a uygun bir hüküm vermeleri için birer hakem atandı. Hazreti Ali ve yanlıları bunu kabul etmek zorunda kaldılar. Oysa hüküm çoktan belliydi. Peygamberin Gadirhum hutbesi ve yazdırmak istediği vasiyete rağmen Kur’an’a uygun hüküm aramaya çalışmak ehlibeyt ve Alevi düşmanlığının büründüğü yeni bir kılıktan başka bir şey değildi. Hakemler, aralarında geçen konuşma ve tartışmaları yazıya geçirdiler. Herhangi bir konuda ittifak ettiklerinde bu durumu hemen kaydettiler. Amr, hazırlanan metinde Ebu Musa’nın adının öne yazılmasını istedi. O, görüşmenin başlangıcında maktül halifenin Müslümanların icmaıyla seçildiğini, onun mazlum olarak öldürüldüğünü, mazlumun velisine Allah tarafından onun hakkını alma yetkisinin verildiğini Ebu Musa’ya kabul ettirdi ve bu yazıya geçirildi. Amr, bu ön kabullerden yola çıkarak, maktül halife için Muaviye’den daha lâyık birinin olmadığını ve Muaviye’nin de katilleri isteme hakkının olduğunu söyleyip "Ben, Ali’nin Osman’ın katili olduğuna dair, delil getiririm." dedi. Ebu Musa ise kendilerinin bunun için bir araya gelmediklerini, ümmetin işini ıslah edecek kararlar vermeleri gerektiğini söyledi. Amr, bunun nasıl olacağını sorunca, Ebu Musa, Iraklıların Muaviye’yi, Şam halkının da Ali’yi sevmediklerini ileri sürerek, iksini de azledip hilafete Abdullah b. Ömer’i getirmeyi teklif etti. Amr, bu teklife karşı Sa’d b. Ebî Vakkas’ı önerdi, bunu da Ebu Musa kabul etmedi ve İbn Ömer’de ısrar etti. Bunun üzerine Amr, Müslümanların iyilik ve hayrını İbn Ömer’in hilafete getirilmesinde görüyorsa kalkıp Ali ve Muaviye’yi azlederek istediği adamın adını ilan etmesini söyledi. Ebu Musa kalktı ve "İnsanların barışa kavuşması ve akan kanın durmasına matuf olarak, Ali ve Muaviye’nin azline karar verdik, ben şu sarığı çıkardığım gibi, Ali’yi azlettim. Onun yerine seçtiğim kişi Abdullah b. Ömer’dir." dedi. Daha sonra Amr ayağa kalktı ve "Ebu Musa, Ali’yi azledip yerine başkasını koydu. Ben de onunla birlikte Ali’yi azlediyorum. Kendi üzerime ve sizin üzerinize Muaviye’yi tayin ediyorum. Bey’atımız Osman’ın kanını istediği için onadır." dedi. Ebu Musa, bu sözlere itiraz etti. Amr’ın yalan söylediğini kendilerinin Muaviye’yi halife yapmadıklarını ileri sürdü. Ne var ki artık olan olmuştu. Fitne iyice büyümüş, ehlibeyt düşmanlığı Kerbela faciasına giden yolda yeni bir aşamaya daha gelmişti. Hakem olayı, Sıffin savaşında olduğu gibi yine Muaviye ve Amr ikilisinin istediği gibi sonuçlandı. Bu savaşta hezimete uğramak üzere olan Muaviye yanlıları, bu olay yoluyla Ali yanlıları ile eşit hale gelmiş, Muaviye tarafından ikide bir ileri sürülen Osman’ın kanı meselesi resmiyet kazanmış, savaştan önce halifeye âsi bir vali olan Muaviye de yine Hz. Ali’ye denk bir adam konumuna çıkarılmıştı. Bu arada Amr, bir bakıma geleceği çizen adam oldu. Zira bu olaydan sonra Hz. Ali’nin hükümeti zaafa ve kaybetmeye, Muaviye’ninki ise güçlenmeye ve yükselmeye başladı. Muaviye’nin zulmü hızla yayılıyor ve Müslümanlar zalim Muaviye’nin saltanatına doğru sürükleniyorlardı. Her geçen gün gerçek müminler ve Aleviler için zulüm ve acı dolu bir geleceği haber veriyordu.
Gerçekler çok acıdır, kalbe saplanan oktur
Zavallı adam çoktur, sırtı pek karnı toktur Allah aşkına söyle, neden yaparsın böyle Mal mülk hiç aldatmasın, mezarda hükmü yoktur. Sen bana çamur atma, fitneyle fesat katma Benim temelim sağlam, din ile iman satma Benim ceddim Ali’dir, konuşan tek Kur’an’dır Yüce Allah kalptedir, anmadan sakın yatma. Ehl-i Beyt tam İslam’dır, huyu nur huyundandır Bunu saptıran ayyaş, pis “Yezit” boyundandır Hasan Hüseyin Şehit, din uğruna öldüler Her hocam “Tam İmam”dır, Peygamber soyundandır. Geriye baktıkça göz, biter söylenecek söz Kalp yaksa da mazisi, hayattan ders alır öz Kendini bilen her kul, aramaz parayla pul Almaksızın veren aşk, yakar be, köz eder köz. |