Kırlara Veda
Gözyaşlarının gücü vardı eskiden
ırmak yüklü adamlardır, tuz katarlarının ardınca giden gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden açılırdı hayal, tuzun sudan bukağısı çözülürken Utanır arınırdık şehirde fazla kalmak suçundan, akıl danışırdık yağmura, nasıl döneriz evlerimize doğru yollarından, nasıl fener yapıp kemiklerimizden, tütsüleriz gecenin mor arılarını çıkınca kovanından. Çoraksa gece, saçlarda yıldız, gözlerde yine yağmur, sarı bir zaman dilimi gibi fenerler (mum yanar, yağ dolanır, mumyalar toprağı çamur) kandaki yaralar gibi gülün ağrıttığı dikenler, ardımızdaki yoksul ve yerli bir söylenti... Böyle yürürdük ateşli ekinler gibi menzilsiz, Yoktu buğdaya un olmaktan ötesi bulgur çeken kadınlardan doğduk ya biz; güneşi taşta sarmalayan o kırıntı bilgeleri, aya bakan sundurmalarda çatlak topuklu annelerimiz, sıcak bağımsız, güleç mısırımız, dindar soğan tilmizleri; topuklar, ah o topuklar ve kerpici terk edişimiz. Kızıl toprak ve iri saman, yani Allah’ın harcı gözyaşlarının gücüyle eskiden serin eviçlerine sarı bir mahremlik sunardı, yağmur bir dua gibi geçerdi pencerelerden, yetim insan toprağın vicdanıyla doyardı. Demem o ki, gözyaşlarının gücü vardı eskiden. |