Limansız KentGecenin dibinde senden kalan anasonlu aşk tortusu, Ay ışığı ile karanlığı içiyorum. Zumlanıyor gözlerimde çocukluğum Üşütüyor kirpiklerimdeki buzdan saçaklar, Yüzümdeki çizgileri. Turuncu akşamları özlüyorum. Kartpostallar atıyorum, uzak bir ülkeden, Her yeni yaşım şerefine. Erken vedalaştığım hayallerime v e hasret kaldığım gülüşüne. Yitip gitmesin diye anılar Hafızamı zorluyorum, Unuttuğum isimler kadar, hiç unutamadıklarım da var Mesela Yener “Ulan nasıl yenerdim seni pis yedilide Ve pis sırıtırdım Küserdin pisi /pisine” Ana yurduna misafir göçebeyim Hızlı trenlerle yolculuğuma Bir kadın düşer her istasyonda, yaşlı gözleriyle Ve bir adam geçer dağ mağrurluğuyla Dilinde tutsak kelimeler Sana yaklaştıkça çoğalan bir korkuyum Yalan söyleyemem Ne sert esen rüzgârından kuzeyin, Ne de yürüdüğüm yolların çivili kaldırımlarından Hangi yöne kırılsa dümenim Ya limansız kent Ya da pusatsız gurbetim Ak yazmalı yaşlı bir kadın girer her akşamüstü rüyama Uyanırım irkilerek! Başucumda beni avutan bir avuç dua İşte tam o an Milyon yıldız kayar Kısa da olsa bir gülücük tutunur yanağıma Masamda babamın hediyesi eski bir kırkbeşlik çalar “İçimde nice uzun yılların özlemi var Ve sıralanır yirmiye yakın Mazi kokan şarkılar Kalbimde dinamit sessizliği Ufkumda kan sağanağı yağmur, v e Sular altında boğulan Karanfil zamanı Kırılırken içimdeki huzursuz denizin camları Sebebini bilmediğim tuhaf bir sarhoşluk sanki aşk Ayyaş bir yalnızlığın son perdesinde… |