Süleymânʼın sarayı misâli muhteşemdi Hakikaten burası, gizemli bir âlemdi
Kâdim kütüphâneyi görseydi eğer Belkıs Onu cebren çekerdi manevî bir mıknatıs
Melike terkederdi, cennetâsâ Sebeʼyi Görmek için Sinânʼın koyduğu bir kubbeyi
Saray-ı Süleymanʼa girdim sanardı kesin Tesirinde kalırdı, sudaki her makesin
Süleymânʼın sarayı, Tapınağı hep taştan Tek bir duvarı kaldı deprem ile savaştan
Sinânʼınkiler maruz kalsa bir zelzeleye Tâ semâda duyarız meleklerden velvele
Kütüphâne kitapla örülü kutsal mabed Hatta dimdik ayakta, kalacak ilelebed
Çünkü içinde mazi ve istikbâl mündemiç Geçmişe götürmeye kâfidir tek bir kerpiç
Dallarda ötüyordu Süleymânʼın Hüdhüdü Her konuşması sanki Peygamberin öğüdü
Hele bir direk vardı, ağlıyordu firâktan Gözyaşı damlıyordu açılan her yarıktan
Bu cizuʼl-nahl dâima Muhammedʼine hanîn Fakat peygamberine, vuslâttan da çok emîn
Onun hemen yanında, kelb-i kıtmir yatıyor Her gün havlamasıyla hoş bir hava katıyor
Sonerʼin hayâlinde birden bunlar tüllendi Sanki bütün duvarlar, kütüphâne dillendi
Bunları görmek çok zor değildir esâsında Gizli bir dünya vardır, duvarın verâsında
Kitâbın safyaları, insana uçan halı Mazinin istikbâle uzanan ince dalı
Kitâbın her sayfası çiçekler dolu daldır Meyvesini yemeden onu kıran aptaldır
Kitâbı yırtan insân, bu deryâda yüzemez Dünyâ şöyle bir yana, kendisini çözemez
Kâdim kütüphâneye, gelen bunları yaşar Önce kendini sonra, dünyayı ruhen aşar
Soner ÇAĞATAY (07:08) 25 Ekim 2011 / Wuppertal / Almanya
Kelime: Sırçalanmış Kelb-i Kıtmir: Yedi Uyurun Kıtmır köpeği Hanîn: inleyen Cizuʼl-nahl: hurma kütüğü Verâ: arka Velvele: Gürültü, feryada
Not (1): Süleyaman’ın sarayı: Hz. Süleyman Sebe Melikesi Belkis’a Allah’in adi ile basladigi mektubunda kendi gücünün Yüce Rabbinden geldigini ve asla yenilmeyecek bir kuvvete sahip oldugunu hissettirmisti. Nitekim Hz. Süleyman cinlerden, insanlardan olusan, ona büyük bir teslimiyetle ve sevkle bagli bir orduya sahipti. Öyle ki bu ordunun her üyesi Süleyman Aleyhisselamin bütün sözlerini büyük bir hosnutlukla ve tam bir itaatle yerine getirmekteydi. Elbette Hz. Süleyman’in ordusunun tüm gücü Allah’tan gelmekteydi ve Allah’in ordusu adetullaha uygun olarak her zaman üstün gelecekti.
Sebe Melikesi Belkis, onun (Hz. Süleyman’in) sarayina gittiginde o güne kadar hiç görmedigi büyük bir mülk ve zenginlikle karsilasmisti:
"Ona: "Köske gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandi ve (etegini çekerek) ayaklarini açti. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmis bir kösk zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artik) ben Süleyman’la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum." (Neml Sûresi 44)
Kendisi de bir zenginlik ve hâkimiyete sahip olan Sebe Melikesi Belkis, Hz. Süleyman’in sarayina girince o güne kadar gördügünden çok farkli bir estetik ve bir zenginlikle karsilasmis ve ruhuna hitap eden büyük bir akla sahit olmustur. Aslinda Sebe Melikesi Belkis’in duydugu hayranlik ve saskinlik içine girdigi saraya degil, Hz. Süleyman’in aklinadir. Çünkü Belkis’in karsilastigi manzara, o dönemin sartlarinda yapilabilecek en mükemmel eser olarak tarif edilebilecek en güzel yerdir.
Âyette de ifade edildigi gibi camdan olan kösk zemini öylesine gerçekti ki, Sebe Melikesi Belkis, islanmamasi için eteklerini toplayarak ilerlemesi gerektigini düsünmüstü. Sarayin muhtesemligi ve görkemi, müslümanlarin ruhlarinda yasadigi zenginligi yansitiyordu.
Not (2): Cizuʼl-nahl: hurma kütüğü:
Mâlûmdur ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, ashâbına vaaz ederken mescid direklerinden bir hurma kütüğüne dayanır, öyle sohbet ederlerdi. Bu hurma kütüğü de, kendisine Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in yaslandığını duyar, bu mazhariyetle mes’ûd olurdu.
Gün geldi, mescidde sohbet dinleyen ashâb o kadar çoğaldı ki, sahâbelerin mühim bir kısmı, kalabalıktan Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in mübârek yüzünü göremez oldular ve:
“–Yâ Rasûlallâh! Bizler, mescid hayli kalabalık olduğundan mübârek yüzünüzü göremiyoruz!” diye haklı olarak şikâyette bulundular.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’den mescide bir minber yapılmasını ve O’nun bu minbere çıkarak hutbesini îrâd etmesini taleb ettiler.
Bunun üzerine mescide bir minber yapıldı. Nûr-i nübüvvet, Varlık Nûru, artık bu minbere çıkarak sohbet edecekti. Fakat Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in bu yeni minbere ilk çıkışında beklenmeyen mûcizevî bir hâdise oldu:
O Âlemlerin Efendisi’nin daha evvel hutbe okurken kendisine yaslandığı hurma direği; duyan, düşünen, hicran ve hasret içinde kavrulan bir insan gibi feryâd u figân ile âh edip inlemeye başladı.
Bu, derin ve yanık bir ney sadâsı gibi öyle içten bir seslenişti ki, o sohbet meclisinde bulunan, genç ve yaşlı, bütün mü’minler bu feryâdı duydular. Feryâd bir sadâ olmaktan da çıkarak, âdetâ bir muzdarip lisân hâline geldi.
Bütün ashâb, kuru bir hurma ağacının bu kadar yanık bir sesle içindeki hasret ve ızdırâbını ifâde etmesi karşısında hayret ve dehşet içinde kaldı. (Buhârî, Menâkıb 25, Buyû 32)
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, beyitlerinde bu hâdiseyi şöyle hulâsa eder:
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, minberden indi ve mübârek elleriyle hurma kütüğünü okşayarak:
“–Ey hurma kütüğü! Ne istiyorsun? Bu feryâdın niye? Nedir bu hâlin?” diye derin bir anlayışla sordu.
Hurma kütüğü, kendi hâl lisânı ile konuşmaya başladı. Sıcak göz yaşları içinde dedi ki:
“–Yâ Rasûlallâh! Senin hicrânın beni yaktıkça yaktı. İçime târifsiz bir gam, keder ve hasret doldurdu. Daha evvel hutbe vakitlerinde senin dayandığın o tâlihli ve mes’ûd direk bendim. Şimdi ise beni terkettin; bir minbere yükseldin. Şimdi senin mesnedin o minberdir. Fakat ey Allâh’ın Rasûlü! Lutfen ve merhameten bana hak ver, dünyâda hangi varlık senin bu hicrânına tahammül edebilir?
Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, hurmanın bu derûnî muhabbet feryâdı karşısında onu tesellî sadedinde şöyle buyurdu:
“–Ey hurma kütüğü! Mâdem ki feryâdın böyle bir ayrılık acısındandır, dile benden, ne dilersen!..
İster misin, Allâh’a yalvarayım da; seni doğunun ve batının bütün insanlarına meyve yetiştiren yemyeşil, dipdiri bir ağaç yapsın? Yâhut seni bir cennet fidanı, cennette bir servi fidanı yapsın ki, sonsuzluğa kadar en güzel, en tâze vücûdlar gibi genç ve dilber kalasın!..”
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
ŞİİRE VEDA / 48 şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
ŞİİRE VEDA / 48 şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
belkısın tahtını süleyman getirttirmiş sormuş bumu ada sanki demiş senin dünyan sırçadan sanki benimkinden özenmiş...
naleyni söyle candaşım teferruattan geç beni söle benden seni söyle benim gibi yani otuziki dişinden haber eyle öze gel söze değil aşka gel başka değil...
denizler mürekkep deseydim soneri de divit ne kırkaltısı ne binyüz kırkaltısı söyler yazar yaşar yazar sinede kazı kazan aşktan birhaber yazar...........yok,sul
..
yok,sul tarafından 10/30/2011 3:20:26 PM zamanında düzenlenmiştir.
Gerçekten çok duygulandım. Bu şiirin böyle ilgi görmesi beni çok mesrur etti. Bu şiiri yazarken hayalden değil de o koridorlarda gezerek, yaşayarak yazdım. Yakaza hali denebilir. Toplumda sanatçı insana sahip çıkan ve onu en azından söz ile destekleyen, motive eden insanların olması çok güzel.
Size şahsım ve şiirde adı geçen, yaşayan ve merhum şair ve edibler için de teşekkür ediyorum.