Âşık Kerem ( GÜLCE- BULUŞMA)
Âşık Kerem ( GÜLCE- BULUŞMA)
-I- Sevdiğini görüp bir nesli melek, Derse güzellikte huridir aslı. İz sürüp dilerse murada dilek, Deyin bu keremdir sevdiği aslı. Aşk ile bezerse yanağı ala, Dişini inciye dudağı bala, Benzetir boyunu bir servi dala, Deyin bu keremdir sevdiği aslı. İster taze olsun isterse bir dul, Eladır gözleri zülüfler sümbül, Sevdiği gül olur kendisi bülbül, Deyin bu keremdir sevdiği aslı. Sayar ise sevdiğinin halını, Haddeden çekilmiş bilir belini, Dünyanın malından çeker elini, Deyin bu keremdir sevdiği aslı. Şavkından ayılır dümensiz gece, Derse kömür saçlar topuktan yüce, Bir sızı çökerse inceden ince, Deyin bu keremdir sevdiği aslı. Kokusuna amber, yüzü dolunay, Kirpiğe ok deyip kaşlarına yay, Yaparsa gönlünü sırçalı saray, Deyin bu keremdir sevdiği aslı. Sevda ateşini Hak ile yakan, Islanmış yüreği bükülmez kalkan, Bir ah çekişinde patlarsa volkan, Deyin bu keremdir sevdiği aslı. Kerem: Âşık Kerem, Dede Kerem, Yanık Kerem, Aşkta Kerem dilde Kerem. Gönül gönül, duygu duygu, İl il, şiir şiir Efsane efsane, destan destan; Farklı anlatımlı hikâyelerde Ermeni kızına vurgun Türkmen oğlu. Sevda dolu, acı dolu, hasret dolu; Türkmenistan, Azerbaycan, Anadolu. On altıncı yüzyılın gözdesi, Aşığın gözü, kulağı, sesi; Dili sade, içtiği Hak badesi. Türkülere dost aşkına bende, Var ömrünü adamış bir sevdaya düşende. Bulunmaz hakkında hiçbir bilgi hiçbir veri; Halk diline nakşolup Dilden dile dolanıp, diyar diyar söylenen Aslı ile Kerem hikâyelerindedir yeri. Kerem bir karasevdadır, Bir ateş topu bir yangın külü; Balkanlardan Horasan’a Türk illerinin dertli bülbülü, Halkın belleğinde gönül incisi. Her yörede farklı varyant, Aşkın en büyük temsilcisi. Kendi destanını söyler, kendi şiirini Uçurur kanat kanat. Nice türküye konu olur, nice şiir yazılır adına. Kerem’i anlatmak için bir Aslı’ya yanmak gerek, Dolanıp gurbet ellerde hasrete kanmak gerek. ‘‘Gürbet elde qerib qerib ağlaram, Müşkül halım bildiren yox, bilen yox! Gece gündüz feğan qılıb yanaram, Ağladan yox, güldüren yox, gülen yox! Terk eledim men atamı, anamı, Gölümden uçurdum telli sonamı, Xencer alıb derd oylağı sinemi, Teyleyen yox, deldiren yox, delen yox! Derdli sinem düyünlerem, dağlaram, Ağ geymerem, qaraları bağlaram, Derd elinden ah çekerem, ağlaram, Gözüm yaşın sildiren yox, silen yox! Kerem’em, yetmedim men Esli Xan’a, Pay bildim ölümü yazıq bu cana, Gece-gündüz qefle işler her yana Üz çevirib bu virane gelen yox!’’ Dertli türkülerin en kahramanı, Canından çok sever ay Aslı Han’ı, Hangi hikâyeyi hangi destanı, Anlatsak içinden tek Kerem çıkar. Doğum yeri ayrı babası ayrı, Ayrılık Kerem’e sevginin hayrı, Mühim olan çatı bizimdir gayrı, Anlatsak içinden tek Kerem çıkar. Ünlü kişilikler hep sahiplenilmiş; Bir Yunus, bir Dede Korkut, bir Kerem gibi. Sözlü ve yazılı, dolu anlatım, Nice versiyon var Türk dünyasında Her biri ayrı tomurcuk, Say ki gülistan bir irem gibi. Doğum yeri Şiraz, Gence, İsfahan, Urmiye, Tebriz ya da Dağıstan Oran. Babası Süruri Şah, Muhammed Veli, Ziyad Han, Anası Hatice Sultan, Gemerbanu. Adı: Gülşen Şah, Ahmet Mirza, Mahmut, Ali Han; Bütünü bir Kerem eder, Kayseri beyine bir şiirde şöyle der: ‘‘Aslım Türkmen İsfahan’dır ilimiz, Gayrı gurbet ele düştü yolumuz, Eğer halimizden sual olursa, Kırılmıştır kanadımız kolumuz. Kıymayın ağalar bana yazıktır, Aşkın ateşiyle bağrım eziktir, Virandır dağımız, bağlar bozuktur, Ayrılıktan gazel döktü gülümüz. Kahpe felek gelmiş kısmet dağıtır, Ecel değirmeni bizi öğütür, Kerem der ki vademizin çağıdır, Kim bilir ki nerde kalır ölümüz.’’ Tek derdi Aslı’dır yârdir Kerem’in, Kara kışta gönlü hardır Kerem’in, Sayısız eseri vardır Kerem’in, Anlatsak içinden tek Kerem çıkar. -II- Hikâyelerde verilse de farklı mekân, Adı değişik de olsa aynı kahraman. Uzun yıllar çocuğu olmayan bir padişah, Yine aynı durumda padişahın haznedarı Yahud ya da Kara Melik adında bir Keşiş. Kendilerine ya da eşlerine yedirilen bir elma, İster Hızır tarafından diyelim istersek derviş. Ya da çocuk için yaptırılan eğlencelik bir bahçe, Aynı çatıya sahip faklı anlatım farklı lehçe. Zaman kendini yerken padişahın bir oğlu Keşişin bir kızı olur, beşik kertme. Kızın adı: Meryem ya da Kara Sultan, Kara Keşiş, gelecekte Bir Türk’e, Müslüman’a vermemek için Ahdini bozup kaçırır kızı. Yıl yılı kovalar tavizsiz hızı. Oğlan kızı görür on beş yaşında, Sevda başında. Aslı diye çağırır, Aslı da Kerem der, Ha Zengi ha Gence fark eder mi yer; Nasıl olduğu, önemli mi kim doldurdu tasına Hak’tan aşk badesi içer; Anlatır halini han babasına. ‘‘Keşiş bahçesinde bir güzel gördüm, Aklımı başımdan aldı ne çare, Taramış zülfünü dökmüş yüzüne, Serimi sevdaya saldı ne çare! Bilirim onu ki keşiş kızıdır, Seherde görünen tan yıldızıdır, Yüreğimde onun aşkı izidir, Aşk kâsesi bostu, doldu ne çare!’’ Hikâyelerde, anlatıcılarca Kerem ve Aslı etrafında oluşturulup, Kahramanlara mal edilen Daha ne yanık türküler ne şiirler var. İstetir babası Aslı Han kızı, Yer değişir Keşiş olmayıp razı, Aşığı peşine salar bu yazı, Gurbet ellerinde yanar bir Kerem. Tek yoldaşı vardır lalası Sofi, Tiflis, Kars, Çıldır gelir mi kâfi, Erzurum, Kayseri etmez telafi, Gurbet ellerinde yanar bir Kerem. Keşiş kaçar Kerem koşar peşinden, Vazgeçer beylikten dünya işinden, Yollar duman duman aşk ateşinden, Gurbet ellerinde yanar bir Kerem. Vuslata varmaya kıldığı karar, Nice belde nice şehirde arar, Vurup sarı tele Aslı’yı sorar, Gurbet ellerinde yanar bir Kerem. Daha başka: Erzincan, Muş, Ankara, Tokat’a düşer yolu Sevda dolar, türkü olur Anadolu. Bazen Aslı’sına ulaşır Keşişten gizli konuşur, Bazen de Bir keklikle, bir dağ ile tipi ile Turna ile balıklarla. Bir başka yerde kurukafa ile Ardahan civarında bir ceylanla Şöyle sözleşir: ‘‘Kerem: Kerem deyer: Kime deyim derdimi? Seyrağıblar gonca gülü derdi mi? Varsam Erzurum’a görrem Esli’mi, Yoqsa Keşiş alıb, yene gaçdı mı?’’ ‘‘Ceyran: Mövla’m sene kömek olsun bu işde, Ceyran deyer: Çap semendin yerişde, Erzurum’a vardı zalım Keşiş de, Xeber verdim gismet sene tuş ola.’’ Aslı’ya kavuşmak için yâri olur çileler, Kahveler durağı, hanlardır barınağı… Otuz iki dişini çektirir yine uçurur kuşu, Alev alev yanarak geçirir nice kışı. Sonunda Keşiş anlar ki Kerem’den kurtuluş yok; Erzurum, Kayseri ya da Halep paşasının İstek ve korkusuyla evliliğe razı olur. Ama bir sihirli fistan giydirir ki kızına, Gerdek gecesi düğmeleri çözülmez. Kerem perişandır, üzdüğü Aslı Han’dır Sarı tele dokunur, düğmelere şöyle der: ‘‘Aman felek, dad eylerem elinnen, Açılsın Aslı’dan düyme men öldüm. Aslı Xan ağlayar, Kerem alışar, Açılsın Aslı’dan düyme, men öldüm. Ağalar ağası, şahların şahı, Mene kömek olsun göylerin mahı, İmansız Keşiş’in budu metahı, Açılsın Aslı’dan düyme men öldüm.’’ Bir düğme açılır, Kerem bir daha söyler: ‘‘Keşiş qabağımda bir qara duman, Çağırram mövlanı, halimdi yaman, Müşkülleri açan peygember, imam, Açılsın Aslı’dan düyme men öldüm.’’ Bir düğme daha açılır, İlk açılan kapanır. Bir daha söyler: ‘‘Atan Keşiş kuşelerden kendi var, Hiylegerdi, bilmek olmur fendi var, Bir düymenin heştat sekkiz bendi var, Açılsın Aslı’dan düyme men öldüm.’’ Düğmelerin biri kalır diğerleri açılır, Ardından kapanır tekrar. Kerem yorgun, bir daha söyler: ‘‘Bahar olaçaq dağlar qan erisin, Kerem, ömrün bir qürbetde çürüsün, Düyme kesen zerger elen qurusun, Açılsın Aslı’dan düyme men öldüm.’’ Düğmeler tekrar açılır kapanır. Kerem bitkin, öyle bir ah çeker ki; Ağzından alev fışkırır, tutuşur, yanar. Aslı söndürmeye çalışır ama nafile, Kerem kül olur, ela gözler kanar. Aslı saçlarını çözer, Süpürge yapıp külleri toplarken Bir kıvılcımla tutuşur, İki sevgilinin külü kavuşur. Varyantlar varırken benzer bir sona, Horasan varyantı vuslattan yana, Aşıklar kavuşup döner vatana, Gurbet ellerinde yanar bir Kerem. Doğum yeri Tebriz, Mahmut’tur adı, Babası Ziyad Padişah, nesline kale. Babasının İmam Rıza’nın kabrini ziyareti Doğumuna vesile. Mahmut bir av esnasında rastlaşır, Kara Melik’in kızı Zöhre ile; Sevdaları düşer dile. Sonuçta yine Kerem yanar kül olur, Aslı, gözyaşı döker yıllarca, Gözleri görmez artık. Yaşlanır, mezarı başında bekleyeli Kırk yıl olur. Dua eder Allah’a: Ya canını almasını ya da Sevdiğini geri vermesini diler. Cebrail olur ulak, Hazreti Muhammed’e, Hazreti Ali’ye ulaşır dilek Güler bu sefer felek. Dualar edilirken kabrin başında Tanrı’nın kudretiyle yerinden doğrulur Kerem, Aslı’nın açılır gözü, güler yüzü. Beraber Tebriz’e dönerler. Kırk gün sonra Ziyad Padişah ölür, Yerine Kerem padişah olur. -III- Sevgili yaşıttır ilk insan ile, Yanacaksak Kerem gibi yanmalı. Anlatıla gelir her lisan ile, Yanacaksak Kerem gibi yanmalı. ‘‘Güzelsin sen yoktur menendin, mislin, Boyun servi yanakların al güzel. Huri midir aslın melektir neslin, Dişin inci dudakların bal güzel. Dinle gel sözümü ey saçı sümbül, Ben sana bir güldüm sen bana bülbül, Ya taze kız ya bir gelin ya bir dul, Her ne isen benden haber al güzel. Kerem eder senin kulun olayım, Leyl ü Nehar dost kapında kalayım, Ben de senden muradımı alayım, Sende benden muradını al güzel.’’ Yaşatır gönülde getirir dile, Âşık olan âşık dost olur güle, Ne sılaya küser ne gurbet ele, Yanacaksak Kerem gibi yanmalı. ‘‘Felek meni bağa bağban eyledi, Bağlar ağlar bağban ağlar gül ağlar. Dost bağının axmaz oldu suları, Süsen ağlar sünbül ağlar sel ağlar. Yağı tapib xına yaxam eline, Alıb gedem vetenine eline, Ne olar ki sarılaydım beline, Kemer ağlar kaftan ağlar bel ağlar. Terk eledim vetenimi elimi, Elimden aldılar qonça gülümü, Onuncun qürbete saldım yolumu, Veten ağlar oba ağlar el ağlar. Ördek kimi uçdum gölden göllere, Ceyran kimi qaçdım çölden çöllere, Kerem deyer düşdüm bednam dillere, Gelen ağlar geden ağlar yol ağlar.’’ Sazının teline aşkını yayar, Aslı’nın yüzünde halları sayar, Her biri değerli yirmi dört ayar, Yanacaksak Kerem gibi yanmalı. ‘‘Aslımın yüzünde on beş halı var, Bir halı dünyaca male yetişir. Bir halı mağrıba pençe salmıştır, Bir halı cihanda lale yetişir. Bir halı ediyor merde mert cengi, Bir halı döğüyor cümle frengi, Bir halı bozulmaz hiç onun rengi, Bir halı, şulesi halka yetişir. Bir halı budur ki ta arşa çıkar, Bir halı odur ki alemi yıkar, Bir halı budur ki cihanı yakar, Bir halı şark ile garba yetişir. Bir halı olmuştur gözlen süvari, Bir halı görmüştür bunca diyarı, Bir halı değiyor cihanın varı, Bir halı da Kerem kula yetişir.’’ Aşığın her zaman gönlü gülistan, Belki Erzurum’dan belki de Kars’tan, Sınama amaçlı isterler destan, Yanacaksak Kerem gibi yanmalı. ‘‘Gide gide bir sineğe düş oldum, Yakın bildim bu sineğin işini. Tuttum kılıç ile kellesin kestim, Yedi dağ üstüne serdim leşini. Sinek vızıladı uçtu havaya, Yağın süzdük üç yüz altmış tavaya, Yük eyledik doksan dokuz deveye, Peşkeş ettik Kayseri’ye döşünü. Sineği meydana tutup attılar, Beş yüz kese akça yağın sattılar, Kemiklerinden bir köprü çattılar, Hesap ettik iki bindir yaşını. Karışladım yedi karış dizi var, Yüz otuz harmandan büyük gözü var Seksen kantar iç yağının hası var, Yazın görmüş zemherinin kışını. Derisini çadır edip oturduk, Etin kestik dört köşeye yetirdik, Gürcistan’a Mirahur’a götürdük, Açtık biz ağzını saydık dişini. Ol sineği gören kaçtı geriye, Karşı koydu yüz bin atlı çeriye, Kanatların yelken ettik gemiye, Fil burnundan uzun gördüm başını. Ben bilirim karanlıkta geleni, Gelip benim tatlı canım alanı, Dertli Kerem söyler böyle yalanı, Ya kim gördü o sineğin eşini.’’ Gönül tezgâhında aşkın nakkaşı, Türküde divanda âşıklar başı, Acıda hicranda gözlerin yaşı, Âşık Kerem gibi var mıdır yanan. Sayısız kalemden damlar kan ile Nice düş kurdurur Aslı Han ile Sığmaz bir Gülce’ye bir Giryân ile Âşık Kerem gibi var mıdır yanan. Vuslatî bulunmaz dünyada çarem, Derde düş olanlar olurmuş verem, Yoktur bu âlemde bir Dede Kerem, Âşık Kerem gibi var mıdır yanan. Osman Öcal |