Düşsüzlüğüm
Böyle bir ibadet işte yaprak aralarında utanarak gülüşmek
Sonra o dokunulmuş yapraktan yıllardır düşen damlaların sürprizi Nasıl da sersemlemiş gece gözlerini bir kapayıp bir açmaktan Çok zaman geçmiyor oysa Derin bir kahkaha düşürüyoruz muzip kuyuya Sonra ayaklarımızı bulutlara değdirmeden koşuyoruz Bayan kelebekler son gülüşlerini dokunduruyorlar kulağımıza Nefesimiz diken gibi batıyor düşsüzlüğümüze Düşsüzlüğümüze Düşsüzlüğümüze mi ? Ne zaman nasırlaştı ki rüyalarımız? Umutlarımız açlıktan gurulduyor mu ? Ne güzel koşmuştuk oysa sızılarımızdan tebessümlerimize çıkan merdivenlerden Ne güzel ağlamıştık çatlayan dalların karaltısında Ne güzel ölecektik, göz kapaklarımızı kapayacak son perdede Ne? Düşsüzlüğümüz mü? Tut tut! Tut! Daha daha da uzat arzularını göğe Nasıl da düşüyorlar ’hatırla kristalleri’ Tut! Topla! Anlamlar savruluyor keder mavisi bir hikayenin içinde Heyecanlarımın içinde bir balkon Balkonumun içinde küçücük bir orman Ormanımın içinde büyücek bir susuş Dudaklarımın içinden geçemeyen düşsüzlüğüm Düşsüzlüğüm mü? Peki peki, Uyudum uyudum Kendimde uyudum Kendime uyudum Kendime uydum Yine... Oktay Coşar |