* Yalnız Kent*
Geçen zamanda
Değişen hiçbir şey yok. Ve geçen de bir şey yok zaman dışında… Dudaklarından hiç öpülmemiş bir şehir Bakir bir aşkı doğuruyordu her sabah… Ve ben her doğuşunda bir kez daha ölüyordum. Ölüm yorgun bir çocuk oluyordu ruhumda. Yeniden doğup, Adını anarken tekrar tekrar ölen… Doğumlar artıyordu… Anlayacağın zaman durmadan işliyordu içime. Bu şehir sende bulduğum tenhalığını yitirirken Gönlüm zorunlu göçe tabi tutuluyordu birden. Birden gözlerin en kalabalık köşesi oluyordu , Birden adın en yasaklanmış sokağı oluyordu, Bir gelin edasına bürünmüş adına aşk sürülmemiş şehrin. Sen aşka doğmaktan ve aşkla ölmekten uzak Sonsuzluğun sırrına ermeye çalışıyordun. Oysa bilmiyordun ki benim sonsuzluğum Senin yüreğinden akan nehirlerde gizleniyordu… Belki de biliyordun… Kim bilir… Kim bilebilir ki… Önceyi, sonrasını Öncemin de sonramın da sen olduğunu… Ruhu bir yangına sarılmış alevdi bu şehir, O dertten bu derde yağdırıyordu yağmurlarını… Yalnızdı en az benim kadar… Ve en az senli düşüncelerim kadar kalabalıktı. Geçer dediler ,Zamanla geçer… Oysa geçen sadece zamanın ta kendisiydi… Başka bir şey değil. Sabah ve akşam ayrı dünyalara aitti. Gece ve gündüz gibi… Gece koynuna bir yılan gibi yokluğunu sarıyordu. Ve şehrin en kimsesiz anında çıkarıyordu zehrini İçinde sevda yanığı yangınların sahiplerine Ona şuna buna bana Belki de sana… Gündüzse bahçesinde boynu bükülmüş gül gibi Kıvrılıp uyuyordu… Uyku seni düşünmek demekti oysa Sensizliğin yurduna ömrü koymaktı… Şimdi, Bir çift kahverengi göz yüzünden İçimde bir sonbahar acıyor, Öyle acıyor ki acısız kalıyor mevsimler Ardımda bir yürek yükü rüzgâr, Sevmelere yükümlü bir yalnızlık, Birer birer üzerime devriliyor… Bu bana kaçıncı gelmeyişin? Ya da bu sana kaçıncı gelişim söyle? Sana geldiğim kadar gelmedin bana Biliyorum Sen eğer O’ysan… Ne kadar O’ndaysan… Ben o kadar Sen’im Ve Sende’yim işte… / İki yalnız şehir bir aşk eder. Ve iki aşk bir yalnızlığın doğurduğu çocuktur../ |