Mavi düş kelebeğinin sırtına vuslat yazılırken ben sana geliyorum can özüm
Nisan yağmurları kopardı
dudaklarımdan yokluğunu sana geliyorum cancağızım faili meçhul bir cinayetin tek sanığı gece karası gözlerin rüzigâr oynaşırken saçlarını eskittim hiçliğimi kör topal satırlarında buldum kendimi ruhum hicranın kıl gibi siyah gömleğini geçirdi kum saatinin gölgesinde sana ait bir şeyler aradı sabah ezanına kadar. köşe bucak özlem yanığı düşlerimi aradım yüreğimi yalpalayan ılık bir meltemin koynunda. bir iz varmışcasına seni sordum hicranın hükümsüz bulutlarına sence her gece hicranın ayazlarına kafa tutabilir miyim cancağızım ? gülümseyen gece karası gözlerini sordum dar-ı acunuma elvan elvan kokan çiçekler soldu teker teker.. seni sordum beni senden alan sarı yekpareli takvim kağıtlarına eskimiş kaldırımlarında senin izin diye her taşın altında bana bırakılmış bir anı aradım durdum.. sana dair tek bir şey bulamadan hicranın esiri olmak Biliyordu küçük kız her gün arayıp her defasında bulamasa da inatla maviliğini arayacağına yokluğunda her gece vuslata harf harf ölüme susup sensizliğe doğan her günde senin izini aramak nefes aldığım her taşın sen kokan gölgesinde… her gün bir önceki günden daha azimli olacak özlemin ince tülbentten savrulmuş tuzun kanayan yaralarıma inat bana aşkı sen öğretmiştin. gönül payıma düşen hüzne inat dudaklarımdan etrafa yayılan gülüşlerle sevdaya gülümsememi sen söylemiştin. ben sana dair hiçbir şeyi unutmadım cancağızım anılar tozlanmış siyah- beyaz bir filmin karelerinde gezinse de ben seninle yaşanmış hiçbir anıyı sensizliğe vakfetmedim ki can özüm yağmur taneleri mavi halıdan tel tel toprağa süzülürken kör yangınlarım bile küllenmedi maviliğinde serinlediğinde yazgımın hicranın soğuk avuç içlerinde gezindiğini hiçbir zaman unutmadım ki cancağızım. ’ölümsüz aşk’ diye nakışladım adını sol yanıma kalemimin bağrından susturulmuş senli cümleler bırakıp avaz avaz yüreğimize susabilseydik maviliğinin durgun sularında.. Ey vefalı yâr seni en çok akşam vakti aradım kalabalığın koynundaki sokaklarda elini eteğini çekip suskunluğa büründüğü vakit perde perde kanayıp durdu sana gecikmişliğim. aldığım her nefes gözlerimde sana nemliyordu cancağızım çalan her telefonda sesin vurulan her kapının ardında sen olmalıydın… döndüğüm her sokak başında gözlerinle karşılaşmalı gördüğüm her kabus sonrası korkularımı sen unutturmalıydın bana can sızım… uykudan senin sesinle uyanmalı göz pınarlarım özlem tuzları yaydıkça buğday coğrafyama gece karası gözlerinle sen kurutmalıydın oysa Ay’ın ondördüne gülüşün düşerken beton duvarlara sevda türküleri dökülüyor şimdi gözbebeklerim kanıyor yokluğunda kimi zaman dağlardan kopup gelen bir “ sel “ gibi bentleri aşıp hiçliğime taştım. kimi zaman da sarı yekpareli takvimden düşüp solan” gün”düm cancağızım camlarına vuran nisan yağmuru olup aksam ayak ucuna nefesine sürgülenmiş can olamadım sana tek bir kelime etme! sus ve ağlama ne olur. dinle beni mavi"m. bırak aşk seceremiz hicran işlensin Yusuf"un kuyularından mezarlar kazılsın.. aşktan öte tek bir silahımız mı var cancağızım? bak ben bıraktığın yerde yüreğinin en derin yerinde seninleyim yâr yüreğinden öteye gitmedim ki cancağızım duyuyor musun Marmara"nın sesini ? Issız Eminönüne sahiline vurarken dalga türkü türkü vuslatı çağırıyor her notası morg kesen ellerini uzat bana cancağızım yalın ayak gezinelim dalgaların arasında. köpüğü kirlenmemiş denizin bak hala berrak Mavi düş kelebeğinin sırtına vuslat yazılırken ben sana geliyorum can özüm cancağızım 11/04/2011 gordion |
gerçekten.
Yüreğine kalemine sağlık arkadaşım.