Dudak Payı Bırakır Her Veda
Ne zaman eşini kaybeden bir melek hüzünlense, matem siyahı giyer gökyüzü ve sırılsıklam ıslanır kent…
Aşağılık, yobaz; sadizmin doruklarına ulaşan bir bulutun terlemesiyle yeniden yeşerir bitki örtüsü. Ve gökyüzü tanrılarının kılıç sesleri değildir yıldırımlar, Onlar terk edilen bir meleğin ağlarken dudakları arasından düşürdüğü kanlı öksürüğü… Ah Rose! Sevişmek vardı şimdi seninle, kumsalı döven dalgaların feryatlarını bir deniz kabuğundan dinleyerek. Aldırmadan medcezirin bize tepeden bakan ispiyoncu bakışlarına. O da her gece ay ışığıyla sevişmiyor mu zaten? Bilirsin sen de, En az benim kendimden bildiğim kadar bilirsin. Dalgaların kayalarda parçalanması bir okyanusun intihar biçimidir… Aldırma sen, soluğumu nefesinde boğabilirsin. Kumdan kaleler yapıp, kurşun askerlerin başına kurşun sıkacağım tek tek! Söz veriyorum sana, kimse duymayacak bizi… Ölü toprağı mı serptiler üzerine kadın! Yoksa sen mi öldürdün içindeki için için yanan beni, bir damla yağmur için. Ölüler ölümüne sevmiş olsalar da öpemezler, bilirsin. Sen gem vurma yalnızlıktan morarmış dudaklarına ve dudaklarımı bağışlamadan önce bir organ nakli için toprağa. Çekinme, öpebilirsin. Unutma, Dudak payı bırakır mutlaka edilen her veda… Çok mu sevdik dersin acaba? Yıpratacak kadar çok, Ve severken açtığımız yaraları, birbirimizi sevmekten zaman ayırıp kapatamayacak kadar hatta! O kadar çok sevmiş olabilir miyiz ki? Yoksa çok mu incittim yüreğimin zincirlerine vurup, her gittiğim yere sürüklerken ruhunu? “Üstüne basa basa sevmiyorum” diyordun. Hayır sevgilim hayır! Kalbime basa basa gidiyordun… Sen kördün o vakit, Bırak ayakların altında ezilen kalbi, en az kendi gözkapaklarını göremeyecek kadar kör hem de. Görmüyordun… Ama sağır mıydın da sevgili? Kırılan bir kalbin hiç’kırıklarını hiç mi duymuyordun… Ezgin KILIÇ |