ŞEHİR EFSANELERİ
kağıttan şehrin kibritten sokaklarına
metal yüklü bulutlardan kurşun yağıyor güneşin sıcak nefesi grafon yapraklı çiçekleri ısıtmıyordu şehrin sokağının sol tarafındaki kübik evler sağ tarafındaki prizma evlerle selamlaşmıyordu o yüzden cırcır böcekli yaz akşamlarında hava soğuk ve sertti karton banklarda oturan çırpı dalı adamlar kara kara denizlerde, mukavvadan gemilerini batırmış kadar düşünceli kiraz sapından ince belli kadınlarsa dertliydi kocaman fötr şapkası olan modacılar hep siyah elbiselerden dem vuruyorlardı bu karmaşada büyüyen çipil gözlü, çilli çocuklarsa şaşkındı kurumuş sarmaşık dallarından teneke salıncaklar yumuk yumuk ellerini üşütüyordu saklambaç oynamak ise imkansız hatta boşunaydı herkes mızıkçı, ebe olmak isteyen yoktu kükürt kokulu bahçelere naftalin kokulu rüzgârlar eserken parşömen kanatlı kelebekler sarı çimenlerde uzanıyordu aylar yıllar geçiyor siyah geceleri, mor günler kovalıyordu şehirse hep aynı, ne ağlıyor ne gülüyor umutsuzca aşkı dostluğu yaşatan gizemli düşlerini, dipsiz bir kara deliğe boşaltıyordu… hayat akıp giderken / zaman kulaktan kulağa hep şehir efsanelerini fısıldayacak / ta ki insanlık yok oluncaya kadar… ayşe uçar 21/11 /2010 |
Saygılarımla