gidersen beni bulursun
zeytuniye kesmiş bir çift kederle
siyah ibriğim kemerlerden doğuya doğru gidersen belki de Batman yarına yetişecekmiş telaşıyla sisli bir kontranın elinde yeni kırılmış bir dal ve baygın petrol kokusu her akşam bıttım kavuran çarşılar ve faili meçhuller, evladiyelik! ve zencefil derim en fazla Diyarbekir ve melamin şeker kaseleri çocuklar ilik oynar surlarında Kızıltepe tarlaları evin bağlarken Dicle yatağına dönüyor kumlanmaya dinmiş aks-i suda ayakları nemlenen şehirli kızın romantizmi yapay ve yüzü kadar beyazdır köylüler süt sağarken akş kirli yeşil bir geceye benzer Kurtalan bebekler sıtmaya açar gözlerini ötesine tren gitmez bu yüzden! en akşam-üstü Adil cevaz! Erciş’in bir avaz yankısında netsen sığmaz nazarına Van Gölü evde unutulmuş bir denizdir Van Gölü anasından ayrı, sahipsiz Hasan Bildirici öykülerinde dingin, saydamsı hava raporlarında mutedil dalgalı karnında feribot gezdirir katarlar yorulur Tatvan çıkışında içmeler ekşi ve soğuk kaynarken bilmem ki yol İran’a mıdır? Suruç’ta bir gündüz düşü alır kızların elini kirmenden bir serap doğrulur yağmur yağdı mı usulca uzansan Karacadağ sıvasız evlerin eyvanından höykürdükçe çoğalır bulutlar gölgelir kuzeyden güneye Mardin Eşiği yine de Nusaybin deme ne olur, sızıyor yaramdan yol kıyısına atılmış ceset gibi Ergani yenikliğin kavrukluğunda yeşerir Siverek ve fakat Silvan diyemem, ağlarım; çocukluğumun başkenti! “Bitlis’te beş minare” bilemezsin nasıl geçerim Başkale’den bilemezsin nasıl ağlarım ah canan mısın Þemdinli ne kaçak geçtim üstünden şimdi Bingöl’de güneşe bakarak Malazgirt ovasından koyun peynirini karıncalı sesimde aşk ilanlarımı ve o mahcup Garzan Çayı’na değen ayaklarımı Lice’nin taranmış bir kahvesinde esmer alınlı bir ihtiyara dersem az doğrulup Mutki tütününden sararız, biliyorum kötü kaynamış kemiklerimiz sızlarken ben on bir meridyeni sevmekten men dilimde kurşun bukağı, ölüm buhurlar içinde bir Digor sabahı bir eksiklik omzunda kaçakçı yetimleri gibi Dersim ve Seyit sakallarıyla Rızo şu giden hangimizin Besê’si? hangimiz sivil bir aşkın kıyısında değiliz? hangimizin bağımsız gök yüzü? gecikmiş kırlangıçlar gibi deliyim boşuna uslandırmayın beni! Berivan serini bir Cizre ikindisinde Mem û Zin hasretine banacak Reşkotan bulguru olaydı keşke! mutlak bir yarın ayırdım kendime dağlarımdan damıtarak ve yaralıyım Bagok kadar a a h, diyorum; şu karanlık! şu bahtım renginde utanç atmosferi: hiçbir gelecek paklamaz seni! ellerim bir kaşığın yörüngesinde geç doğmuş çocuk acemiliğinde ve tasasında dul kalmış taze gelinin zeytuniye kesmiş kederlerde on bir meridyen gibi hareler her meridyeninde ölüm her haresinde yangın (kasten süsü verilmiş) sürülen halkım geçiyor içinden iyi bakarsan en önde kavaklar ve tüten yangınların isi dağlanmış kemerler gibi bir çift siyah ibrişim gecikmiş yağmurlardan geliyorum epey ağladım sayılır epey buhurdan ve yataklık gönlüm köklerimi saldığım cismim yapraklarımı açtığım yerdedir ben dağları taşıyorum sırtımda ondan böyle pek! gecenin sır olduğu camlarda Mavi Tren uykusu yorgun yana sır değil aksimizin iyi bakarsan en önde kavaklar bir kadını anneme benzetirim sabaha karşı üstümü örter sabaha karşı Gevaş olaydı keşke zeytuniye kesmiş bir çift kederle siyah ibriğim kemerlerden doğuya doğru gidersen belki de Batman yarına yetişecekmiş telaşıyla sisli bir kontranın elinde yeni kırılmış bir dal ve baygın petrol kokusu her akşam bıttım kavuran çarşılar ve faili meçhuller, evladiyelik! ve zencefil derim en fazla Diyarbekir ve melamin şeker kaseleri çocuklar ilik oynar surlarında Kızıltepe tarlaları evin bağlarken Dicle yatağına dönüyor kumlanmaya dinmiş aks-i suda ayakları nemlenen şehirli kızın romantizmi yapay ve yüzü kadar beyazdır en akşam-üstü Adil cevaz! Erciş’in bir avaz yankısında netsen sığmaz nazarına Van Gölü evde unutulmuş bir denizdir Van Gölü anasından ayrı, sahipsiz Hasan Bildirici öykülerinde dingin, saydamsı hava raporlarında mutedil dalgalı karnında feribot gezdirir katarlar yorulur Tatvan çıkışında içmeler ekşi ve soğuk kaynarken bilmem ki yol İran’a mıdır? Suruç’ta bir gündüz düşü alır kızların elini kirmenden bir serap doğrulur yağmur yağdı mı usulca uzansan Karacadağ sıvasız evlerin eyvanından höykürdükçe çoğalır bulutlar gölgelir kuzeyden güneye Mardin Eşiği yine de Nusaybin deme ne olur, sızıyor yaramdan yol kıyısına atılmış ceset gibi Ergani yenikliğin kavrukluğunda yeşerir Siverek ve fakat Silvan diyemem, ağlarım; çocukluğumun başkenti! “Bitlis’te beş minare” bilemezsin nasıl geçerim Başkale’den bilemezsin nasıl ağlarım ah canan mısın Þemdinli ne kaçak geçtim üstünden şimdi Bingöl’de güneşe bakarak Malazgirt ovasından koyun peynirini karıncalı sesimde aşk ilanlarımı ve o mahcup Garzan Çayı’na değen ayaklarımı Lice’nin taranmış bir kahvesinde esmer alınlı bir ihtiyara dersem az doğrulup Mutki tütününden sararız, biliyorum kötü kaynamış kemiklerimiz sızlarken bir eksiklik omzunda kaçakçı yetimleri gibi Dersim ve Seyit sakallarıyla Rızo şu giden hangimizin Besê’si? hangimiz sivil bir aşkın kıyısında değiliz? hangimizin bağımsız gök yüzü? gecikmiş kırlangıçlar gibi deliyim boşuna uslandırmayın beni! Berivan serini bir Cizre ikindisinde Mem û Zin hasretine banacak Reşkotan bulguru olaydı keşke! mutlak bir yarın ayırdım kendime dağlarımdan damıtarak ve yaralıyım Bagok kadar a a h, diyorum; şu karanlık! şu bahtım renginde utanç atmosferi: hiçbir gelecek paklamaz seni! ellerim bir kaşığın yörüngesinde geç doğmuş çocuk acemiliğinde ve tasasında dul kalmış taze gelinin zeytuniye kesmiş kederlerde on bir meridyen gibi hareler her meridyeninde ölüm her haresinde yangın (kasten süsü verilmiş) sürülen halkım geçiyor içinden iyi bakarsan en önde kavaklar ve tüten yangınların isi dağlanmış kemerler gibi bir çift siyah ibrişim gecikmiş yağmurlardan geliyorum epey ağladım sayılır epey buhurdan ve yataklık gönlüm köklerimi saldığım cismim yapraklarımı açtığım yerdedir ben dağları taşıyorum sırtımda ondan böyle pek! on bir meridyende sürgün, keder ve ibrişim on bir meridyende dinmeyen serhıldana bütün sesimi vermişim! ende sürgün, keder ve ibrişim on bir meridyende dinmeyen serhıldana bütün sesimi vermişim! hakan çavdarcı |
Tek kelimeyle muhteşemdi.Batman, Diyarbakır,Kızıltepe, tatvan, bitlis... doyumsuz bir seferdi.
Allahım inşallah oraları görmeyi nasip eder.
Teşekkür ederim paylaşarak bu güzelliklere ortak kıldığınız için.
Gönül emeğiniz varolsun.Saygılarımla.