Yalnızlar Komedyası
Yazan: Ben
Yazdıran: Sen Müzik: O Dekor: Dünya Başrollerde: Biz Yönetmen: O’da Biziz… Hadiyin efenim. Başlıyor, başlıyor, Yalnızlar komedyası başlıyor… Üç perde, tekmili birden! Her gün, her gece oynanıyor bu oyun, Gündüz matine, suare zaten hep dolu. Tıka basa hem de, turşu gibi üst üste, Sanırsın mesai çıkışı halk otobüsü. Yer yok, kalmaz hiç. Düşmez yere iğne atsan. Pişman olma, al biletini bitmeden, Gel katıl sende, ağla gülünecek hallere. Başrol oynuyor herkes. Aa niye şaşırdın ayol, Sen bile baş aktrisisin bu trajedinin. Ben de baş aktörüm her gece… İstersen imza vereyim, sende bana verirsin. Ne tefrikalar var şaşarsın… Hava kararana kadar tüm rezillik! Sonra, uygun adım tıpış tıpış Yalnızlar koğuşuna. Çare yok… Sokaklar yaman, korkunç birde. Kediye köpeğe acımazlar, sana mı acıyacaklar. Görmesinler yalnızsın, yakalamasınlar tek! Maskara ederler, perişan ederler, Bin kere pişman ederler… Koşa kaça varırsın eve, Tövbe dersin gecelere. Korkar çıkamazsın… En fenası, sende seversin zamanla, Bu kahrolası yalnızlar komedyasını… Gündüz işyerinde başlar matine. Evin perdesi kapanınca da suare… Herkes kendi yazar repliğini, Jest mimiği ve mizanseni kendi takdir eder Müziğini bile öyle, maziden hatıra Anneden ya da babadan kalma Söyler durursun tüm gece boyunca, Unutunca repliğini, fena işe yarar. Makyajını da sen yapacaksın bekleme kimseyi, Gelemezler, onlarda kendi oyunlarına hazırlanıyorlar. Kostümün her oyuna özel olması gerekmez. Rahat pijamalar kâfi, varsa şık bir terlik yeter. Bildiğin hiçbir oyuna benzemez inan, Ağlarsın katıla katıla, salya sümük gülersin. Sahi gerçekçidir, acıtır, kanatır oluk oluk. Yakıverir ciğerini, yoldurur saçlarını… Bak Esma hanımefendinin oyunu. Pek bir âlemdir, bile bile sonunu, İzleriz heyecanla, usanmadan, bıkmadan. Her kim çalsa kapısını, otursa sofrasına, Bir lokma yediğine bin pişman eder illâ. Rahat durmaz kakar başına yaptığı her iyiliği, Sonra isyan eder yalnızlığına, yana yakıla… Her gördüğüne asılır, lafı lastik gibi uzatırda uzatır Adres sormaya kalksan maazallah, Anlatıverir semtinin yüzlerce yıllık hikâyesini. Kahveyi de kötü pişirir, tutuşturuverir eline Dinle babam dinle, kaçmaya zor bahane bulursun. Susmaz hiç, su motoru gibi karı, tır tır tır… Şu karşı binanın giriş katında oturan Mehmet Efendi, Esma hanımın sakallısı, o da ayrı salak. Bir de profesör. Her boku bilirde, mutlu olmayı bilemedi bir türlü. Yasak günah diye diye, kalmamış yanında kimse. Ne evlâdı, ne hanımı ne de ortağı kaçıp gitmiş her biri. Tanısan hak verirsin kaçanlara… Feride yeni boşandı, moda sanki bu ara, geceleri ağlar Sinan nonoştur, cama çıkar arada, balkonda gecelikle oturur Sevgilisini bekler, Çetin taksici, kaba saba biri, iki kalas buluşmuş Bankacı Sabiha Teoman’la nişanlı, kaç yıldır hem de, Ne zaman evlenirler? Allah bilir. Çocuk manken… Senin oyununu da izleriz belki bir gece, İnternetten onlayn he, ne dersin? Benimkini sorma hiç, aynı hikâyeler işte… Bu oyun bir çılgınlık gibi, sardı dünya şehirlerini, Maske maske üstüne, makyaj tutmaz artık yüzler. Herkes rejisör, yazar, makyaj ve kostüm uzmanı Bir de müzik hatta en ustasından birer oyuncu Değme tiyatorada yok bu acı şenlik… Ta ki gelene kadar uzaklardan beklenen, biri. Çalınca kapıyı, giriverince içeri, açılır perdeler ve biter lânet oyun, iki kişilik kahvaltı sofrasında… Mutlu mutlu çayları tazelerken sen, fısıldar kulağına gerçeği; -“ Ben hep buradaydım, hiç bir yere gitmedim ki! ” 20.39 – 1 Ağustos 2010 / İstanbul |
cok hos, farkli, tebrik ederim