keşke sen olsan...
Taştan örülmüş bir kır evinde,
ocağında çıtır çıtır yanarken çıkardığı odun kokusu getirirdi akla, sevdamızın masumiyetini... En yalın haliyle yaşanırdı ta içimizde... Kış geceleriydi insanların o kır evinde birbirlerine sokulup ısınma çabasıyla karışık sevgi, aşk ve dostluğun harmanlanışı... Öyleydik nihayetinde, sen ve ben sokulduğumuzda, kollarımızın savunmasız ruhumuzu korumaya çalışırcasına sarılışlarını severdik... Kayıp mı etmiştik hasretimizi yoksa; inadına unutmak mı gerekiyordu... Bilemiyorum... Hatalarımız âşikârdı nihayetinde... Hâlâ o taş tuğla evin odunla doldurulmuş ocağının karşısında, kulağım kapıda... Hâlâ sakladığım sana dair küçücük bir umut... Her kapı çalınışında belki sen çıkagelirsin... Hayırlara gebeydi cevaplar her daim... Âşikârdı cevap... O kapı çalınır ve yine sen değilsindir o eşikten geçen tanıdık yüz... Gelene sevinilir tabii ki... Fakat; senin gelişinin mutluluğu gibi olamayacaktır hiç bir zaman... Yine de umutlarımızı besleriz gömlek cebimizin altındaki iki avuç sonsuzluk kâinatında, Yüreğimizde... An olur; tek başıma yutmak o kadar zor gelir ki bir parça ekmeği; sen ol isterim yanımda... sen bak isterim o sakin, o hüzün ilhâmı okunan, o seni kaybetmenin acısını yüzündeki çizgilere hapsetmiş ben’in yüzüne... İsterdim ki; salınsa rüzgarlarla birlikte o siyaha çalan rengiyle ipek saçların, tepenin yamacında, güneşin batarken ki kızıllığında... Eteklerinde doğanın elleri gibi sürüklenen yapraklar... Bastığı yerleri yeşerten ince bilekli, narin küçük ayakların... Gözlerinin "agat"lığına mahkum, mutlu, mesut, saklı ben’le dolu parlaklığı... Özlemler hep eskiye dair zaten... Yine o sakinleştiren taş ocağın içerisinde güzel kokular yayarak yanan, sükunet saklı, hasret saklı bir kaç parça odun yansa... Yine zamanlardan, bitmesi beklenmeyen kış geceleri gelse... Karanlığın içinden duyulan bir kaç adım sesinin ardından adımlar dursa... Yine kapı sessizliği yırtarak sadece üç tık çalınsa... Ben kapıya yürüsem, umut kırıntılarımı avuçlarıma alıp kapıyı açsam... Rüzgarın eşliğiyle bir tutam saç girse kapıdan... Ve yığılsam yorgun argın tahta kapının eşiğine... Bir daha gitmemek üzere sen gelsen... Sen girsen içeri... Sen olsan... 27 06 2010 |