***ADAM VE ÇOCUK***gece ile gündüz arasında med cezirler dokuyordu gündüz yaşadıklarını gece gece yaşadıklarını gündüz hatırlayamaz unuturdu… adeta iki kişilik yaşıyordu… aslında onu buna iten farklı yaşamanın farklı olmanın yarattığı tehlikeydi… farklı düşünmek ve yaşamak yalnızlaştırıyordu insanı… bunu çabuk fark etti düşündaşlar, arkadaşlar ülküdaşlar, kardaşlar durmadan liman liman birbirlerini arıyorlardı bulunca rahatlıyorlardı… ne kadar fazla olurlarsa o kadar çok kendilerini güvende hissediyorlardı… kocaman devasa makinelerden kurulu yakıtı insandan olan sistem dedikleri canavarın yaşaması ve devamı için boyuna aynılaşıyorlardı… en çok korkup çekindikleri farklı olanlardı…hatta farklı giyinenlerden bile kaçıyorlardı… polisi, askeri, siyasetçisi, bekçisi amiri, müdürü, sağcısı, solcusu dinsizi, dindarı avamı, alimi şeytan görmüş gibi kaçıp kovalıyordu farklı olanı… farklılığın yarattığı kaosu fark edince oyun oynamaya başladı gündüz gece gündüz çoğunluğun ağır kütlesine karışıyor maskesi yüzünde, kahkahalarla gülüyor ne kadar da mutlu görünüyor başkası gibi yaşama kolaylığına sığınıyor oysaki geceyi sabırsızlıkla çekiyor ruhunda oluşmuş aksaklıklarla sızlıyor gece içindekini onarmaya uğraşıyordu… kurt adam gibiydi şimdi… gündüz kalabalığa karışan bir hiç gece olunca sokağa atılmış yalnız bir piç… ne kadar da insan için bu durum güç. unuttu kendini sonunda işler gidiyordu yolunda çocukları kolunda gezinip duruyordu… birde kendini, zaman zaman ziyarete gelen yüzüne aşina olduğu, fakat tanımadığı bir yerlerden gözünün ısırdığı fakat bir türlü çıkaramadığı orada, bir köşede, öylece oturmuş kendine ne kadar da çok benzeyen o mutsuz ve ağlamaklı çocuk silueti de kabusu olmazsa geceleri… ne iyi olurdu… yaşayıp gidiyordu herkes gibi… görüşüyorlardı aslında önceleri adam ile çocuk çoğunluk maskesine bürününce adam kayboluvermişti çocuk… adamda unutuvermişti. İşte aşinalığı da oradan geliyordu… güle oynaya kovalıyordu gündüzü yakalayınca geceyi sanki dünyayı hüzün kaplıyordu sıkıntınlar basıyordu yüreğini oturup ağlıyordu… acıları ve kederleri ruhunu alnından öpen… mutluluğa dönüyordu hipotezler kuruyor paradoksal ikilemler yaşıyordu… iki bilinmeyenli denklemler kuruyor eşitliğin bir tarafına kendini koyuyorsa diğer tarafında hüzünlü çocuk, otağını kuruyordu… ve çocuk kaybolunca kendiside sıfıra eşitleniyor hiçe dönüyordu… kabusundaki çocukla değer buluyor çocuk kaybolunca, tekrar sıfırlanıyordu böylece sonsuza kadar yineleniyordu… var oluş ile yok oluş arasında ki bu yolculuk son bulmuyordu… günün ışınları, var oluşsal gerçeğini örtüyor gecenin karanlığı, gerçeğini açığa çıkarıyordu… adeta ölüyken diri, diriyken ölüydü… ölüleri diriltip ayaklandıracak hüzün dolu mistik melodilerin mırıldanarak dilinden döküldüğü yorgan gibi, titrek vücudunu örten dertlerin kederlerin ve acıların volta attığı birbirleriyle paslaşıp, kişiyi hamur gibi yoğuran karanlık bir gecede, kalabalıktan yalıtılmış yalnızlık duvarlarına usulca sokulup odanın en karanlık, en görünmez köşesine yığıldı… hüngür hüngür ağlamaya başladı… gözlerinden süzülen gözyaşlarını izliyordu… gözyaşlarının oluşturduğu ince ve temiz yolda o çocuğun ayak izlerine rastladı… ve o anda bir karar aldı: kaçmayacaktı… takip etmeye başladı ayak izlerini denize çıktı…mavi koca bir denize… çocuk kumsalda yere oturmuş sırtını dönmüştü…denizi izliyordu… usulca sokularak çocuğa, bir eliyle hafifçe omzuna dokundu… çocuk çok yavaş hareketlerle adama dönerken adam şok oldu… kan çanağına dönen gözleriyle çocuk tıpa tıp adam olmuştu… gözlerinden akan gözyaşları denize dönmüştü… deniz gözlerine girmişti özenle yazılmış bir veda mektubunun konduğu ağzı tıpayla sıkıştırılmış şişe çocuğun elinden maviye düştü… adam ile adamla aynılaşan çocuk kollarını dolayarak birbirlerine gözyaşlarıyla denizi beslerken ağlamaklı gülüyorlardı… iki beden tek beden oluncaya kadar sokulu verdiler birbirlerine mermerden bir sütun gibi tek bir bedene döndüler… çocukların gürültüsü hayatın hengamesiyle gözlerini açtı adam… sakin bir şekilde doğruldu ayaklanarak pencereye doğru yürüdü sonra pencerenin kanatlarını açarak sağa sola koşuşturan insanları izledi hiç kimsenin beklemediği bir anda avazının müsaade ettiği kadarıyla “hey millet! Bana bakın” deyince meraklı bakışların tümü ona döndü… “ben sizden tamamıyla farklıyım” “beni kendinizle aynılaştıramasınız, ben sizden tamamıyla farklı düşünüyorum kokuşmuş yaşamlarınıza katılmayacağım ve sisteminizi alın başınıza çalın” diye bağırdı… bakanlar ise “delinin zoruna bakın zaten bizden farklısın yeni mi fark ettin” diye söylenerek gülerek uzaklaşırken adamda mutluluktan gülüyordu…. |