ZÜLFİYÂR
Zaman
Bin dört yüz küsur yıl öncesiydi. Ve mekân uzak diyarlarda bir şehir; Mekke Günlerdense pazartesiydi. *** Ilık ılık esen rüzgârın Şirk duvarlarını örselediği bir şehrin Tozlu sokaklarında İki katlı ve mütevazı bir ev… İçerdeyse doğum sancısı çeken Çilekeş ve bir o kadar da mübarek bir anne; Âmine Öyle ki o, Kâinatın en güzel simalarından birine Ve İsa’nın çarmıh öncesi günlerinde Tüm yeryüzünü kendisiyle müjdelediği O esrarengiz nura gebe… Zira o ki, Peygamberlik kuşağının en son halkası; Muhammed *** Ve güneş Adeta gecenin pıhtılaşmış karanlığını yırtarcasına Gaddar bulutlar ardından Yepyeni bir güne tebessüm ederken, Âmine’nin son çırpınışları ile birlikte İşte o ulvi bebek yani Muhammed, Tıpkı güneşin parlayan yüzü gibi; Bir gün tüm kapıların yüzüne kapanacağı Manidar şehir, Mekke’yi şereflendirmekte Ve tüm dünyaya Babasız bir çocuk olarak ‘merhaba’ demektedir; Mahzun mahzun bakarak… *** Ve….. Ve hoş geldin dünyamıza Ey kutsi bebek Hoş geldin. Ama n’olursun bakma öyle acımsar bakışlarla; Ebu Cehil’imsi bir katranlığın törpülediği yüzlerimize… Zira yıllar var ki Nebevi bir hasretin susuzluğuyla çatlamış Bu nasırlı yürekler Allah şahittir ki Hep senin özleminle yandı, kavruldu; Cehalet kalpazanlığından kalma bu çöl diplerinde… Dahası seni beklemekten yorgun düştü ömürlerimiz. *** Ve şimdiyse Sen geldin ya dünyamıza artık İçimiz kıpır kıpır etmekte… Ve adeta Vuslatı remzeden bir sancıyla Sevgili heyecanını vurmakta kalplerimiz. Nitekim ki dünya, senin gelişine demir almış Ve okyanuslar adeta seni muştulamaktaydı yıllar yılı… Ama şimdi Bir de korkumuz var ki İçimize sığmayan… Zira işte o korku; Sokaklara doldurduğumuz put hegemonyasının Ve yüreklerimizi dağlayan şehvet hırsının Yüzümüzde patlayan endişe tokadıdır. Nitekim ki senin gelmenle Bunun ağısı oturdu içimize tokmak gibi. Ve dahası belki de bu sızı İçimizdeki en dindar güruhun Bağrını delen bir hicran ateşi olacaktır. Zira sömürgeci bir despotçuluğun, En şeffaf ve de en zorba işleyiş çarkı Onların vicdanında zimmetliydi yıllar yılı; Hem de mahpusluk bir hürriyet safsatasıyla… Bu yüzdendir ki Tütsülenmiş Kur’an ayetleri Boğazlarından aşağı inmedi hiçbir zaman Ve mideleri Tıpkı bir kumarhane fıçısını andırdı her dem. *** Ey Muhammed! Kadınlarımızın ziynetlerine Erkeklerimizinse kadınlarına tapındığı Bu şilteli düzeneğin Neresinden kaldırıp da başımızı Hangi yüzle gülümseyelim ki sana? Riya saltanatına adanmış Ruhsuz ve duygusuz bir ibadet mirasının Pıhtılaşmış namaz anlayışını mı sergileyelim ki gelişine? Ya da Tıpkı senin adına düzenlenmiş Mevlit merasimlerinde olduğu gibi Tam bir kutlama edasıyla Veya resmi makamlarca imzalanmış Bir ibadet biyografisi olarak mı arz edelim rükunlarımızı? Söyle ya Muhammed Hangi baharlarımız gebe kaldı ki Kardelen çiçeklerine Onunla saralım seni kundak niyetine; Şu doğum gününde... Bak işte boyunlarımız gibi Yüreklerimiz, kalplerimiz ve beyinlerimiz de iki büklüm huzurunda… Ve her şey yeterince çaresizliği vuruyor; Bu köhne hayat profilinde... Evet şimdi Hangi fotoğrafın Hangi karesine buyur edelim seni? Ya da hangi restorandın Şatafatsız masasında ağırlayalım ki yüzün gülsün? Yoksa bizde mi sürgün edelim seni? Evimizden, sokağımızdan ve şehrimizden… Veya “bu yurtta sana mekân yok” mu diyelim avaz avaz bağırarak? Tıpkı Mekkeliler gibi… Ve kapatalım mı tüm kapıları yüzüne Dahası Sokak çocuklarına mı mahkûm edelim seni? Ki; Kanayasıya kadar taşlasınlar yüreğini… Ve attıkları, hunharca taşlara inat Bizler yani bu modern insanlık Bir köşede oturup izleyelim mi bu soysuz trajediyi? Tıpkı Taifliler gibi… *** Utanıyoruz ya Muhammed Öyle ki Sana söylenmiş şarkıların güftesindeki sahtelik İçimizi acıtıyor… Zira biz ki; Sakal ve Hırka-i Şerife tapınmayı din zannedenlerdeniz. Ve bazen o kadar da çok katranlaştığımız oluyor ki Sana adanmış naatları İbadetimiz sanıyoruz. Ve dahası içimizden bazılarının Senin adını anarken Vaveylalar koparan yürekleri ‘Allah’ lafzında ise Hissiyat inkisarına bile uğramıyor nedense? Söyle ya Muhammed! Bu, Hangi sevdanın ve hangi gizemin Yüreklere işlenmiş nakışıdır? Zira bu, Nasıl bir pervasızlığın Ve nasıl bir hezeyanın perçinlediği yıkımdır ki; Bu denli Hoyratça ve anlamsızcadır sevdalar? *** Evet, Evet... Ve işte yıllar sonra bu gün, Yani senin başlattığın inkılâp hareketinin Bin dört yüz küsuruncu yılı… Nitekim ki seni en doğal halinle yaşamanın Ve sana dair umutları yeşertmenin Dahası senin araladığın çöl kumlarını Bir ince tül gibi sıvazlamanın tam zamanı… Zira kabillere dar gelmektedir dünya Ve zira nemrut hegemonyacılığının, Firavun sömürücülüğünün, Dahası Ebu Cehil’imsi bir inkârcılığın Son çırpınışıdır bu katranlıklar… Çünkü dünya İsalara, Musalara ve Muhammedlere gebedir artık. Çünkü zaman yeni bir İbrahim doğurma zamanıdır. Çünkü Nuh’un gemisi tamamlanmıştır Ve artık hareket zamanını vurmaktadır; Kıyamet saatine ayarlı rotasıyla… Âdem’se Asırlardır tevhidî bir şuurun hissiyle dövünmektedir cennetlerde… Ve dahası artık dem Rahmanî bir nurun hâkimiyet demidir. *** Dolayısıyla Ve ziyadesiyle gelin ey insanlar! Nefs ve şeytan denen şu iki turfanın pimini çekelim Ve öylesine kocaman bir sancıyla depreşelim ki İçimizdeki Âdemleri, Nuhları, İbrahimleri Musaları, İsaları ve Muhammedleri ayyuka çıkartalım. Zira şafak yakındır Ve gün doğmak üzeredir Dahası bu doğuş Belki de güneşin doğudan en son doğuşu olacaktır… ----O ULVÎ SANATKÂRIN ADIYLA---- ***** Asra yemin olsun ki ***** İnsanlık hüsran içindedir ***** Ancak iman edenler, doğru davranış sergileyenler, ***** Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesna… *****************************ASR SURESİ (1-3)************** Mehmet Akif UÇAR |
Ve hoş geldin dünyamıza
Ey kutsi bebek
Hoş geldin.
Güzel yazmışsın kutlarım.
Yüerğine sağlık
Saygılar