ALDIRMA GARDAŞ
ALDIRMA GARDAŞ
Karabulutlar toplanmış tepende, Gözlerin nemli, burnundan soluyorsun, Hayırdır Gardaş Sanki Dünyanın derdini sırtına yüklemişler, omuzların çökmüş. Suratın küflü zindanların buz silueti, bune salıverişlilik Aldırma gardaş, hele yamacıma yanaş. Anlat bana derdini, benimle paylaş. Dokunsam hıçkırıklara boğulacaksın, Ufak ufak anlat, anlattıkça azalacak derdin Farkına varacaksın Suskunsun hala, Seni birileri kendine mahkûm etti diye Hakkın yok kelimeleri hapsetmeye Ne fırtınalara göğüs gerdik geçmişte Hangi engel frene bastırabildi bize, Bundan sonrası var mı bilemiyoruz bile Aldırma gardaş, ne bu gam, ne bu öfke. Anlaşıldı sen derdini paylaşmayacaksın O halde dinle beni anlayacaksın Biz garip doğduk zaten yeryüzüne, Ne binecek bisikletimiz, ne oynayacak oyuncağımız oldu. Biz yarı aç, yarı tok, kenar mahallede eve dönmek için, Akşam kızıllığını bekleyen babaların evlatları, Sırtında bebeleriyle ekmek yapan, Baba gelecek diye oradan oraya koşturan Ne bulduysa Elhamdülillahlar la akşam yemeğini hazırlayan, Elleri nasırlı annelerin nazlılarıyız. Hep biryanı eksikliklerle doludur çocukluğumuzun. Koca şehrin varoşlarında, kül yığınlarının arasında Bilye oynamakla, develeme döndürmekle geçti çocukluğumuz. Kenarları yırtık, içine su alan ayakkabılar Ayaklarımızda olduğu halde Gamsız oynardık çamur deryası sokaklarda Akşamın darında üstüne bir de saklambaç oynardık. Anamız bağırırdı mahalleyi parçalarcasına, “eve gelin akşam ezanı okundu diye” Duymazdık, Sanki Şakir Amcanın “duymuyor musunuz anneniz sesleniyor keratalar”deyip ensemizde patlayan tokadını beklerdik eve dönmek için. Elimizin tozu, üstümüzün kiriyle otururduk sofraya, Annemiz yaka paça bizi banyoya sokardı, Gün boyu çektiği yetmezmiş gibi, bir de tozumuzu kirimizi yıkardı. Kıt kanaat evini geçindiren babamızın elini öpmek için bayramları beklerdik. Her eksiği nasıl yapar eder tamamlar, bizie de harçlık ayırırdı, Her bayram mutlaka bayramlık alınırdı bize, Zaten bayram harici de alınamazdı, Sanki alınmak için ille de bayramlar beklenirdi. Kendi giymez, bize giydirirdi, onur abidesiydi babamız. Anamız ağlama duvarımız, Öfkemizi kustuğumuz hasmımız, Her sıkıntıda sığınma limanımızdı. Bizi uyuttuktan sonra gece hamur yoğurur Sabahın köründe ekmek yapardı. Sıcak sıcak ekmeği aşındırırken azarlardı bizi, “Sofra kurulacak, babanızın uyanmasını bekleyin, Adamcağız dün çok yorgundu heralde, sabaha kadar sayıkladı, Siz de adam gibi yatmıyorsunuz,gece kaç kere üstünüzü örttüm, Bu kadını hiç mi uyumaz derdim hep, Ne zaman uyur, ne zaman uyanır, hangi arada fırsat bulup bir de üstümüzü örterdi, Sofrayı beklerken, anamın feryadı yıktı ortalığı “Gitti, gittiiiiiiiii evimizin direği gittiiii…” Dizlerini dövüp dövüp feryadını gördük, O ağladı diye ağladık ama anlayamadık Bilemedik O’nun için evin direğinin anlamını. Ama pes etmediğini, yıkılmadığını , Hayata daha bi sıkı sarılıp bize nasıl kanat gerdiğini gördük. Zamanla hayat normale döndü, Bak yıllar geçmiş, hemde su gibi, Hayatın her anını son nefesine kadar sana adayan babansız, Uykuyu senin için kendine haram kılan anansız yaşıyorsun da, İnadını keçiden, Öfkesini ayıdan, Sinsiliğini çakaldan, Kurnazlığını tilkiden, kalleşliğini yılandan, vefasızlığını kediden Velhasıl her özelliğini hayvanlardan alan biri için mi bu haldesin. Boş ver aldırma gardaş, Vur kadehi yere kır gitsin,alma bir daha eline Ayaklarının altına al söndür Ciğerlerine kadar çektiğin sigaranı,yakma bir daha. Hayata bıraktığın yerde yeniden başla. Mehmet Zafer |
Ellerine yüreğine sağlık.