BABAYA MEKTUPgökyüzü hep karanlıktı ve insanlar anlamak istemiyorlardı. dünya anlamsızdı, dünyalar anlamsızdı. yok olup gitmekten başka geleceği olmayan küçük yaşam parçalarından ibaretti her şey. öğütülmekten başka bir şey yoktu bu çarkın içinde. artık en mutlu çocuklar bile ağlıyordu sanki eski resimlerde. perdeyi aralayıp aşağıya baktı. dışarda eski hatıraları anımsatan fakat insanın içini ısıtmayan beyaz tipi vardı. her yanı pamuk pamuk örmüştü bu çirkin yalnızlık. sen zordaysan herşey zordaydı sanki. sonra masasına dönüp tekrar yazmaya başladı. aklına bir şey gelmiyordu. yalnızlık kaplamıştı içini derin kimsesizlik. bodrum katın kar manzarasının çirkinliği mi idi yoksa içini acıtan? hayır! düpedüz tek başına olmaktı kimsesiz kalmak. içerdeki yaşlı babaya mektup yazmak için bir kağıt kopardı defterinden. kalemini yazmaya yeterli görmedi, sivriltmek için tıraşlamaya başladı, gözleri dalmış sadece bir noktaya bakıyordu, pencerenin dışından ara ara gelip geçen ayaklara. çünkü insanlar görünmüyordu bu pencereden yoksul bir semtin patlak iskarpinli ayakları sisli bir tül parçasının arkasından karları ezerek belirip yok oluyordu. öylesine tıraşlamıştı ki kalemini küçücük kalmıştı. sapıyla beraber avucunun içinde kayboluyordu artık, yok olmuşluğun beyazına baktı, boş bir sayfanın üzerine düşürdü uzun siyah saçlarını. aklına hiç bir şey gelmiyordu. ceza evine gidecek bir mektup düşünemiyormu idi yoksa düşünmek mi istemiyordu. sanırım ikincisiydi. küçük parçalar dökülüyordu saçlarından, küçük beyaz parçalar. kar gibi sayfanın üzerinde birikiyorlardı. sıkılıyordu, her şeyden sıkılıyordu, mücadele etmekten yorulmuştu dostu yoktu, insanlara güveni yoktu, kardeşi sürekli sorun çıkarıyordu. ama özel bir çocuktu o. her şeyden habersiz, zihinsel gerçekliğin dışında sorumluluktan uzak mutlu bir çocuktu. sadece babadan kalma bu kötü ev. buraya aittiler bu harabe ocak, bu sokak bu insanlarla beraber onlarda buranın bir parçasıydılar. bu küçük dünyada geçen yirmi yedi yıl... etrafından birer birer yok olan insanlar, sevdiklerinin yüzleri ışıktan bir perde gibi görünürdü bazen rüyalarında. yaşama asılmak değil, her gün aynı şeyleri yapmak zorunda olduğunu bilme hissi idi insanı bitiren. küçük kardeş karyolada uykuya dalmıştı odanın içine sessizlikle birlikte koyu bir gölge düşmüştü. yalnızca bir köşede yanan teneke sobanın cızırtısı işitiliyordu. yazamadığı için sıkılıp kalktı masadan... |