Hayat
Saf doğanın, kirli çocuğu olarak doğdum.
Kulağıma söylenen ilk cümle; oyuna hazırmısın?. Oldu... Oyun buya! Start düğmesine, adımı koydukları gün bastılar. Zemine, sanki, adımı kazıdılar... Zencefil kokuyordu ilk zamanları, Uçuşan herşeyi oyuncak sanıyordum. Melekler vardı o zamanlar, Gülücükler saçan... Birkaç hafta sonra, kayboldular. Takibindeki yıllar, unutulmuş varlıklar oldular... Pembeyle maviyi iki arkadaş sandığım dönemlere kadar koştum. Adımı söylediklerinde, küçücük parmaklarımı yere göğe sığdıramıyordum... Beni çağıran nerede... nerede... Sonra yürümeyi öğrettiler, Hoşuma gitmişti. Artık, akşamleyin, annem benim uyuduğumu sansın oyunlarından sonra, çıkan kötü seslerden kurtulmak için, yürüye bilecektim... Annemin yanına... Bu, buzmavisinin alacalara döndüğü dünyamda, koskoca beş yılı devirdim. Konuşabiliyordum... Koşabiliyordum... Komşumuzdan şeker alabiliyordum... Teşekküredebiliyordum... Anılar denen olguya yer açtım o yaşımda. Hatırlamakla başlıyan yenibir oyun, Yeni oyun, Acaba eğlenceli mi? Siyah beyaz hareketli kutulardan getirdi babam. Camın arkasındaki karıncalar insan oluyordu. Ama nasıl...? Sonra siyah birşey giydirdi annem. Yakaları beyazdı... Oyunlar artık sıra, Oyuncular ise kalem sesleriydi... Okul... Benim gibilerin zaruri evi. Şeker kamışının yasak olduğu bir yer işte... Disiplin öğrettiler. Resim, beden, türkçe oyunu... Ve ilk aşk oyuncağı... Yumuşak bir taş gibi değdi kafama. Starttan sonraki, ikinci karmaşık şey... AŞK!!! Annem gibi sevgi dolu değildi... Babam gibi sertte değildi. Heycan verici, denizde saatler geçirmek gibi. Bu oyun zevkliydi. Gözleri var, kulakları, burnu var. Canlıydı.. Ama oyuncak... Tek farkımız uzunca saçlarıydı. Ve adı... DİDEM... Beş taşları düzme oyunu oynardım onunla... Düzülütaşları ben yapardım, O bozardı. Düzülütaş... Artık yaşamıyorum abiler, Ablalara aşık olasım var. 24 yıl geçti. Doğduğum yıl yaşım yirmi idi... Öldüğüm yıl o Ağrı ya gitti... Siyah önlükler yerini mavilere bıraktı... Düzülütaşlar, başkalarına, başka şeyler öğretmeye başladı... |