ÖLMEK KORKUSU- Cahit Sıtkı TARANCI ’ya - Yıllarca ışık saçan adanmış bir mum gibi Damla damla eriyip vakit gelince bitmek Bahar yeline binip kanlı bir akşam vakti Yıldızların yüzdüğü okyanuslara gitmek O esrarlı ülkeden bilmem dönüş var mıdır? Ama hiç gitmedim ki bunu nerden bileyim? Yüzümdeki çizgi ne, saçımdaki kar mıdır? Bu yüz benim yüzüm mü, Allah ’ım bu ben miyim? Aynalar hey aynalar bu ne biçim şaka bu? Böyle heyecanlara gelemem bilirsiniz Unuttunuz mu nedir kırkımda olduğumu? Ben gibi bir gariple niçin eğlenirsiniz? Bunca sene değişen meğer ayna değilmiş Kader ordan oraya nasıl savurmuş beni Ruhum daha doğmadan aşka mahkûm edilmiş O ümîd o bekleyiş yakmış kavurmuş beni İnsafsız senelerin tatlı vaadlerine Ta gönülden inanmak ah ne saf aldanış o Bir gün hazan telâşı girince bahçelere Geçmişin hasretiyle ne yürekten yanış o Harap gönlüm Tanrı ’dan bir davet bekler gibi Her akşam ve her sabah kulaklarım sestedir Biter ansızın ömür ne demeli bilmem ki Hayat terennümü güç ilâhî bir bestedir Ah kimse bilmeyecek sabah sabah ölen kim? Kim bu sessiz sedasız ağır ve vâkur giden? ’Kalp’ diyecek şüphesiz raporlarında hekim Ve kimse sormayacak aslını cenazeden Derler ki yüce sırrı fen bilmez akıl almaz Oysa basit bir denklem kefen sükût artı su Şükür ancak o zaman hiç bir şeyciğim kalmaz Ne yoksulluk ne servet ne de ölmek korkusu (Kadıköy / İstanbul - Ocak 1975) Zekâi BUDAK |
Ah kimse bilmeyecek sabah sabah ölen kim?
Kim bu sessiz sedasız ağır ve vâkur giden?
’’Kalp’’ diyecek şüphesiz raporlarında hekim
Ve kimse sormayacak aslını cenazeden