EFKÂRINA GELDİM GÜLÜM
Efkârına geldim Gülüm.
Aldım kâğıdı, kalemi elime Senin için şiir karaladım. Düştü aklıma işte birer birer Bildiğim en güzel sözleri Senin için sıraladım. Ne sözler bilirmişim meğer... Nerede saklamışım bunca güzel lafları. Birde bana kaba-saba adam derler. Bak be Gülüm. Ne demişim senin için; “Gözümün nuru, Gülümsün, Kırda yetişen çiçeğim, Bülbülümsün.” Efkârına geldim Gülüm. Çıktım gezdim dağ başlarını, Kır çiçekleri topladım. Kuşları seyrettim. Rengârenk kuşları. Dağların hiç bu kadar güzel olduğunu görmemiştim. Nerden görecektim ki be Gülüm? Ben dağda mı büyüdüm? Kıt- sat hatırlıyorum işte. Üç-dört yaşlarındaydım. Bir dağın eteklerine kurulmuş küçücük bir köyümüz vardı. Birkaç koyunumuz, bir atımız, bir de eşeğimiz. Üç kardeştik o zaman. Ben en büyüğü… Geçinip giderdik işte. Köy hali… Kendi yağınla kavrulup gidersin. O zaman görmüştüm dağları, Kuzuları otlarken… Ne bileydim böyle güzel olduklarını. Terk eder miydim buraları. Hoş, beni dinleyen kim olurdu ki… Bir gece silahlar patladı. Uyku ile uyanıklık arasında evimizin yandığını gördüm. Sabah olduğunda, anamızın eteklerinin altına tavuk civcivleri gibi toplanmıştık. Babam bir köşede ağlıyordu. İlk defa o zaman gördüm babamın ağladığını. Neyse, yükledik pılı-pırtıyı, Geldik şehrin varoşlarına. Şehir dedikleri buymuş demek, Bizim köyden büyük köymüş demek. Zor bela bir gecekondu yaptık. Soktuk başımızı içine. Birkaç yıl debelendik durduk. Kendimizce kendimize bir düzen kurduk. On dört yılda tam dokuz kardeş olduk Anam sanki kuluçka makinesi… “Ne olacak ne edecek” diye düşünen var mı bunca çocuğu? Yedi erkek iki kız. Dur neydi adlarımız. Başta ben Hasan… Ali, Osman… Dördüncüsü neydi lan. Valla uzun zaman oldu görmeyeli. Adını unuttum gardaşımın. Ama küçük kız Elif’ti. Bir gözleri vardı. Türkan Şoray’ın gözleri halt etmiş. Kirpikleri ok gibi, karakaşları kalem gibiydi. Bir onu kucağıma alır severdim. Çok mazlumdu. Gözleri sulu suluydu. Boncuk boncuk ağlardı. Yemin olsun, yüreğimi dağlardı. Of be. Efkârına geldim Gülüm. Dokuz çocuk. Ana, baba, bir aile. On bir baş. On bir dert. Yükledik omzumuza ağrıyan başlarımızı. Delikanlı olmaya, bıyıklarım yeni terlemeye başladı. Yaşım on sekiz; ya var ya yok. Komşunun kızına kaydı gönlüm. Dur hele. Neydi adı? Ya bende kafamı kaldı. Zaten iki defa bakmıştım gözlerine. Birincisinde kız, gözlerime güldü. İkinci baktığımda, şu talihe bak be. Anası gördü. Sen yeme, içme git anama söyle. O da babama. Çağırdı beni babam karşısına. “Sen komşunun kızına bakmışsın.” Dedi. Ben kem-küm ettim ama tokat ense köküme indi. Yıldızları saydım. Neymiş efendim. Komşunun kızına bakılmazmış. Komşu namus demekmiş. Eğer alacaksan o kızı, Tek çaren beklemekmiş. Biz de razı olduk kadere. “Bir daha olmaz” diye Söz de verdik pedere. Efkârına geldim Gülüm. Anlatmazdım bunları kimselere, Paylaşmazdım derdimi. İnsan bir kez taviz verdi mi? Vururlar onu. Bizi de vurdular Gülüm. Pazarın orta yerinde… Bir balıkçı Temel vardı. Tek işi balık avlardı. Bizde tuttuk yanına tezgâh açtık. Anlarsın ya, geçim davası. Geçim dediğimde bir lokma ekmek. Yarı aç, yarı tok. Olanda çok, olmayanda yok. Adamın canı sıkıldı. Kaptı yerden koca bıçağı, sapladı babama. Bende kaptım koca satırı, vurdum adama. Babam cansız… Yatar yerlerde. Kıvranır, kıvranır… Gelen olmaz. Benim dünyam yıkıldı bilen olmaz. Ogün bileklerim demirle tanıştı. Hem tanıştı hem de alıştı. Ben içeri, babam mezara… Balıkçı Temel sakat kalmış. İşte böyle hayatının kinci perdesi… İkinci perdesinin ikinci günü seni tanıdım. Yattığım yastığın altında unutmuşlardı seni. Yani senin resmini… Benden önce yatandan bana miras kalmıştın. Yıllarca sana baktım tek kadın olarak. Senin gözlerinde eriyip, senin gözlerinde solarak… Gençliğim, ranzanın demirlerinde kaldı. Rutubet kokan hizbe yerlerde… Alışkanlık kötü şeydir Gülüm. Bir alıştın mı güneş görmeyen odalara, Ya da bir etiket taktılar mı boynuna, Sen hep onunla anılırsın. Ben her şeyi bir çırpıda silerim dediğin an, Yandın demektir Gülüm. Yanılırsın. Efkârına geldim gülüm. Dumanlar geride kaldı. Güneşi gördüğüm ilk gün senide yanımda taşıdım. Bir umutla çıktım. Bir umutla koştum. Babam zaten toprağın altındaydı. Anamı, kardeşlerimi bulmak için kenar mahallemize gittim. Kenar -menar değildi artık mahallemiz. Devletin emriyle gitmiş bizim evlerimiz. Yerine villalar konmuş. Bu kör olası yerler bizde de hazineydi. Şimdi de hazine. Şimdide devletin malı… Anam demiş ki; ya devletin, ya bizim olmalı. Sen misin bunu diyen… Dozerler darmadağın etmiş evimizi. Bir daha kuramamış anam yuvamızı. Dağılmışız. Dokuz kardeş dokuz yerde. Dokuzumuz ayrı dertte. Bağırdım, çağırdım, isyan ettim. Tekrar kendimi buldum içeride. Efkârına geldim Gülüm. Şimdi gözlerim sulu. Alıştım ya bir kere girmeye içeriye İçeriyle dışarısı benim için suyolu. Efkârına geldim Gülüm. Ellerim donuyor. Parmaklarım morarmış, dudaklarım kanıyor. Başkaları sıcak odalarında ısınırken, Benim sadece içim yanıyor. Ben artık nöbetçi suçlu gibiyim. Nerede faili meçhul bir olay varsa, ben onun failiyim. Devlet gelir tutar beni, jandarma polis kılığında. Zaten benim devletle kaç defa işim olduysa, Jandarma, polis ya da gardiyan… Ha unutmadan söyleyeyim. Birde dozerleri duydum. Evimizi yıkan, ocağımızı yakan. Şimdi gelirler. Ben her defasında suç ortağım olarak seni göstertirim. Koyarım siyah-beyaz resmini masanın üzerine; “işte bu da benimleydi” derim. Seni devlet arar güzelim. Her yerde. Bir bulup getirseler de, bir görsem gözlerini. Doya doya bir baksam. Kırıp da bütün yasakları, ellerini tutsam… Ben hiç kadın eli tutmadım Gülüm. Ne olur sanki seninle geçmişi unutsam. Efkârına geldim Gülüm. Demedim mi sana, bak devlet geldi. Yine vurdu kapıma, Yine zanlıyım ben. Ben yalnız işlemedim bu suçu. Yine suç ortağım sen. Gücenme be Gülüm. Başka yol mu var seni bulmak için. Bende bilirim. Hiç olmayacak benim; ne ellerin, ne gözlerin ne de simsiyah saçın. Resmin benimledir ya Gülüm. Benimle olmak en büyük suçun… |