(2) Fatih Sultan Mehmet
Bir varmış mı, yok muymuş?
Evvelin Zamanında Fatih’te Varlıklı bir Soy’un Oğlu yaşarmış. Baba; Kuyumcu Başı, Saray’da. Han, Hamam, Köşk Çırağan’da. Oğul; Bilmem-Kaç-Dil bilir. Abası yamalı, cılız, mütevazi Ulema. "- Aman Mir’im, öleceksin. Ye birazda Tereyağ’ı, Bal’ı." "- Yağı azalan Kandilin, Işığı bol olur, Oğul." "- Süt?" "- Su içerim Şerbet diye." "- Et?" "- Soğan-Zeytin neme?" "- Baklava-Börek?" "- Sanki yedim, Yalın Ekmek." Kimse anlamazmış onu, Katık yaptığı Kuru Ekmeğe Tuzu. Önce "Garip" demişler, sonra "Abdal" Aşık, Bey, Beyefendi derken; "Sanki Yedim Hoca" olmuş. Adı da bir Camii’ye konmuş. "- Gel beraber üşüyelim." Diye, verirmiş Aba’sını Fakir’e. "- Bölünen Acı yarılanır. Paylaşılan Mutluluk katlanarak çoğalır." Dermiş. Nevsine Hakim olanın; "İnsan", "Bencil" olmayanın hür olacağını söylermiş. Ahali tok. Herkes mutlu. Esnaf kızgın. Hırs’sızlar artmış, Hırsız azalmış. Kadı’da, Hünkar gibi işsiz kalmış. Ben Yalancının Yalancısı bilmeden Cahil; "Olmak ile Sahip Olmak" farkını, paylaştım Sokak Çocuklarıyla mutluluğu; Aşşağı atarak Oyuncaklarımı üçüncü Kattan, Balkon’dan. Unutmam; "Sanki" değil, hakikisisini yediğim dayağın Acısını Babamdan. |
ama büyük devlet adamını tanıtmanız çok hoş...