SONUÇ ÜZERİNE:
Yaşadıklarımızı aydın ve yalnızlığı olarak niteliyoruz. Hayata aydın bakışı ile bakmaya ise, sıfatla güçlendirilmiş öznelerle şeklinde, hiç ama hiç bakmadığımızı sürekli anlatıp söylüyoruz.
Çözmek için bilmek, bilmek için çok isteyerek sevmek, sevmek içinse sevilmemek riskini bilinçli ve iradeyle olacak bir göze almışlık gerekmektedir.
Aydın budur...
Toplumsalının, aydının söylediklerini sevmiyor olmasını ise sürüleşme, kullaşma ve güruhlaşma farkındasızlığına veriyoruz.
Bu genel toplumsal farkındasızlık, Türk ulus toplumsalına olan aşkımızı, sevgimizi, azmimizi, iradi bir kabul edilmişlikteki acı duyumsamasıyla güçlendirmektedir.
Aydın yalnız olmalı, aydınlanmanın yalın ve yakıcı acısını duyan bir yolda inatla yürümelidir.
En büyük aşkı okumaları, yazmaları, kitapları, düşünme krizleri ve kendisini de içine katarak yapacağı gözlemlerinden çıkardığı yeniler ile üretebildiğince ‘varolmak’lığıdır.
Aydının sosyalleşme kaygıları ile yapacağı sıradan iletişimler, halk dalkavukluğundan başlayıp, aydın sosyopatizmi(1) diye niteleyebildiğim bozulma ve bayağılaşmalara kadar varan türlerde ise eğer, aydın bitmiş ve aydınlık alacakaralığa dönmüştür !
Sıfat, her ne kadar anlamı güçlendiren bir dilbilimsel argüman ise de, sonuç olarak hep özne ve onun değiştiriciliğe imanlı eylemi asıldır.
Özneye anlam arayışında iken destek olanlar, sıfatlar değil, eylemlerdir. Belki de tekil söylemle "eylem"...
Hep ilk olan özne, öncül olansa eylemdir. Sıfatını ne olsa kendi bulup, hak ettiği niteleme ve nicelemeleri ile içerecektir.
Hayata bireyden toplumsala doğru bir algılama ile bakıyorsak, bireyimizin anlamlandırdığı "şey", toplumsala katkılamak ve toplumsaldan katmaktır.
Demek ki aydın, derinlerde yaşayan ve hayatı derinden gören bir yalnızdır.
Göreceli yalnızlık ve asıl yalnızlık arasındaki farkı dahi bilmeyen sürü, kul ve güruh algılamasına, anlatılmaz düşünsel ve duyumsal acılar hissederken ki haliyle dahi gülebilen, bu tipolojinden(2) kendi payına düşenleri mutlu edebilme erdemliliğinde yaşayan kişidir aydın..
Hep tutar, çeker, kurtarır ve aydınlatmaya çabalar.
Gördüğü ise, yol arkadaşları ve arkadaşlıkları esnasında edindiği yalnızlığı ve yaşamının amacını anlamlayan, bütün kavramsal anlamlarda bir terk ediliş(ler)dir.
Aydın, ihanete uğradıkça, aydınlattıklarının darbelerini yedikçe aydınlanır ve güçlenir.
Övmelerin, beğenilerin içinde asıl ve gizlide olan güvensizliği hatta ihanetleri, bile bile bir "bilinç”le sevebilendir aydın.
Aydın, kendisine ve toplumuna ihanet eden insanın verdiği acıyı dahi, birikimsizliğe verebilerek hoşgörebilen insan türüdür...
Sizin yalnılgınız, benimse her zaman olduğu gibi, yenilgim kutlu olsun !
Sahte galibiyetlere sevinmek ve insanların dumak istediklerini "kalp" şeyleri söylemek yerine, bilgi, bilinç ve birikim toplamından çıkan gerçekleri söylemeye devam edeceğim.
Saygı ve esenlikle, değerli şair...
Göktürkmen