Ümmü Mabed
Acı ve hüzün dolu,
Vahye dayalı, Hicret başlamıştı, En hayırlı beldeden. Rasulü sıkaleyn s.a.v. Karanlık bir gecede, Ayrılmıştı Mekkeden. Mağara arkadaşıyla, Sayısız yıldızların, Çöl gecelerinde yol alırken, O’nun nuru, Dalga dalga yayılıyordu. Hicret yolu aydınlanıyordu. Medine’ye uzanan Bu kutsal yolculukta, Habibi Kibriya, efendimiz, Arkadaşlarıyla, ilerlerken, İlerde bir çadır gördüler. Ümmü Mabed adında, Cesur bir kadının çadırıydı. Çadıra uğ¬radılar. Yiyecek satın almak için. Fakat bir şey bulamadılar. Ümmü Mabed, Rasüller serverini, Karşında buldu. Gül yüzünü görmek, Ona nasip oldu. Öyle bir ana ki, Gönlü sevgi ikram dolu. Dillere destandı ahklakı ve huyu. ikram edecekti ama, Yoktu bir bardak ayran suyu. Nerden bileçekti? Cihanın en güzel konuklarının, Kendisini şereflendireceğini. Evet, Rabbimin, Hikmetinde sual olunmaz. Gönüller Sultanı Efendimiz s.a.v. Çadırın yanında duran bir koyun gördü. Onun sütü var mı diye sordu. Ümmü Mabed: O bundan mahrumdur. Sürüden geri kalmış bir koyun, Yürümeye mecali yok onun. Dermansız, hastadır. Fahri kâinat Efendimiz buyurdular ki: ‘’İzin verirseniz sağalım’’. Ümmü Mabed: Feda olsun ama, Hasta kısır koyunda, Süt mü olur? Bir deri bir kemik kalmış, Günlerce aç susuz durur. Eğer onda süt bulabilirseniz, Sağınız dedi. Daha sonra, Mükerrem elçinin, Mucizeler ihsan eden, Mübarek eli, Dokununca koyuna, Kısır koyun köpüklü süt verdi. Kaplar doldu taştı. Ümmü mabed, Şaşkınlığını gideremedi. Sağılan sütten doyasıya içtiler. Ebu Mabed’de ondan nasibini adı. Bu hatun hayretteydi hâlâ. Sıhhat bulmuş koyunuyla, Beşer kudreti üstünde, Bir büyük mucizeye. Bu aşikâr mucizeler. Rabbimizin, Lütfu keremi,Rasulüne. Ey Rabbimiz! Sen Mevla’mızsın Cömertleri, Mahrum bırakmazsın. Allahın Habibi, Rasullerin efendisi s.a.v. İki cihan serveri, efendimiz, Bu engin nurun parıltılarıyla, Oradan ayrıldılar.... Daha sonra, Ebu Mabed, Ko¬yun sürüsüyle geldi. Sütü görünce şaşırdı. Bu süt bize nerden geldi? Çadırda sağılır hayvan yok, dedi. Ümmü Ma’bed, Hemen söze koyuldu, Vallahi, Bize mübârek bir zât uğradı. Şu kısır koyunu sağdı, Olanı biteni tek tek anlattı. Kocası dedi ki: Ey Hatun! Sen mucize yaşamışsın, Ama farkında değilsin. O zâtın siması nasıldı? Hele O’nu bana anlatsana. Ümmü Mabed: Hayalinde kaldığı kadarıyla. Hayran hayran anlattı ona. Gördüğüm öyle bir zât ki: Çok tatlı konuşuyordu. Gözleri siyah, kirpikleri çoktu. Dört kişinin arasında En güzel görüneni, Nur yüzlü olanıydı. Onun yanında Arkadaşları vardı, Emrini,yerine getirmek için koşuşurlardı. Gördüğüm öyle mübârek bir zât ki: Konuştuğu zaman heybetli, Sustuğu zaman, vakarlı idi. insanların en güzeli, en sevimlisiydi. Ağırbaşlılık vardı. Yüzü parlaktı, Herkesten taha tatlı, Sanki O, bir fidandı. Efendimiz hakkında, Duyum sahibi olan Ebu Mabed’de, Şöyle seslendi: Vallahi bu zât Mekke’de, Sözü edilen Kureyişlidir. Ey Ümmü Mabed! Eğer ben ona rastlamış olsaydım. Ona iman eder, tabi olurdum. Sarılıp doya doya öperdim. Ama bir yolunu bulup O’na kavuşacağım... Hangi göz gönül, İstemezki, görsün, Habibi Kibriya’yı. Efendimize sevgi ve hasretiyle Yandı tutuştu onun yüreği. Şimdi neylesin ne yapsın, Ebu Mabed. Sardı onu hüzün ve keder, Söylendi durdu. Senin nurun bize yeter. Bu kalb seni unutur mu? Bu gönül seni unutur mu? Evet, Gerçek seven kalbe, Bu duygular yeter. Başka kandillere haçet yok. Göklerin çatısı altında, Son güneşin batışına kadar. Ey Rabbimiz! Rahmetin genişlik versin gönüllerimize. Habibin doğru söyler, Kitabın doğru söyler, Rasulünü daha fazla sevdir bize. Cidde/ 1403H. Ali Kılıç Kakiz |
selamlarımla