Selmani Farisi r.a.
Abdullah İbn Abbas r.a. Anlatıyor:
Selman Farisi r.a. Bir gün hayatında olup biteni Abdullah İbn Abbasa r.a anlattı: Babam köyün en zengini olup, arazimiz ve malımız çoktu. Ben babamın tek çocuğu idim. Beni herkesten çok severdi. Bunun için beni kız gibi yetiştirdi. Evden çıkmama izin vermezdi. Babam Mecusi, ateşperest olduğu için Mecusiliği de bana evde tam bir şekilde öğretti. Evde devamlı bir ateş yanar Biz ona tapar secde ederdik. Babamın malı ve mülkü çok olduğu için Beni bir ara dışarıya çıkardı ve dedi ki: "Yavrum ben öldüğüm zaman bu malların sahibi sen olacaksın, Onun için git mallarını ve arazilerini tanı. " Ben de "peki" deyip bahçelerimizi dolaştım. Bir gün tarlalara bakmaya gittiğimde Bir Hıristiyan kilisesine rastladım. Onların seslerini işittim, Gidip baktım ki, içerde ibadet ediyorlar. Ben daha önce öyle bir şey görmediğim için çok hayret ettim. Ancak gönlümde alev alev yanan bir hak ve hakikat sevgisi, beni hak din aramaya sevketti. Zira bizlerin ibadeti bir miktar ateş yakar ve ona secde ederdik. Fakat onlar görünmeyen bir Tanrı’ya ibadet ediyorlardı. ve kendi kendime dedim ki, bunların dinine göre bizimki bâtıldır. Onun için akşama kadar onları seyrettim. Tarlalarımıza gitmedim, akşam oldu. Onlara dedim ki: "Bu dinin aslı nerededir? " Bana, "Bu dinin aslı Şam’dadır" dediler, "Peki dedim. Ben de Şam’a gitsem beni de bu dine kabul ederler mi? " "Evet kabul ederler" dediler. "Sizlerden yakında Şam’a gidecek kimseler var mıdır? " diye sordum "Bir müddet sonra bir kervanımız Şam’a gidecektir" diye cevap verdiler. İsfehan’daki bu Hıristiyanlar, İsfehan’a Şam’dan gelmişlerdi ve sayıları da az idi. Ben bunlarla meşgul olurken vakit geç oldu. Babam benim dönmediğimi görünce, Beni aramak için adam göndermiş. Beni aramışlar bulamamışlar, bulamadıklarını babama söylemişler. Tam bu sırada, ben de eve döndüm. Babam "Bu zamana kadar nerede kaldın. Seni aramadığımız yer kalmadı" dedi. Ben de, "Babacığım ben bu gün tarlaları dolaşmak için yola çıktım, fakat yolda karşıma bir Nasrani kilisesi çıktı. Ben de içeri girdim, baktım ki; görmedikleri ve her şeye hakim ve kadir olan Bir Allah’a iman ediyorlar. Onların ibadetlerine şaştım kaldım. Akşama kadar onları seyrettim. Anladım ki onların dini daha doğrudur" dedim. Babam "Ey oğlum sen yanlış düşünüyorsun, senin babalarının ve dedelerinin dini, onların dininden daha doğrudur. Onların dini bozuktur. Sakın onlara aldanma, inanma" dedi. Ben de, "Hayır babacığım onların dini bizimkinden daha hayırlıdır " dedim. Babam buna çok kızdı Beni el ve ayaklarımdan bağlayıp eve hapsetti. Ben daha önce "kilisede hıristiyan rahiplere; Bu dinin aslının nerede olduğunu sormuştum. Onlar da Şam’da olduğunu söylemişlerdi. Ben evde hapis iken, devamlı Şam’a gidecek olan kervanı beklerdim. Nihayet hıristiyan rahipler, Şam’a gidecek kervanı hazırlamışlardı. Bunu haber alınca, Beni bağlayan iplerimi çözüp kaçtım. kervanın bulunduğu kiliseye gittim. Buralarda duramayacağımı anlattım. O kervanla beraber Şam’a gittim. Şam’da hıristiyan dininin en büyük âlimini sordum. Bana bir âlimi tarif ettiler. Onun yanına gittim. Ona durumu anlattım. Onun yanında kalmak istediğimi, ona hizmet edeceğimi söyleyip, ondan bana Nasraniliği öğretmesini rica ettim. O da kabul etti. Ben de Ona hizmet etmeye, kilisenin işlerini yapmaya başladım. O da bana dini öğretmeye başladı. Fakat sonradan Onun kötü kimse olduğunu anladım. Çünkü hıristiyanların fakirlere vermesi için getirdikleri sadaka altın ve gümüşleri, kendine alır, fakirlere vermezdi. Böylece şahsına yedi küp altın ve gümüş biriktirdi. Fakat bunu benden başka kimse bilmezdi. Bir müddet sonra o âlim vefat etti. Nasraniler onu defnetmek için toplandılar. Onlara "Neden buna bu kadar hürmet ediyorsunuz, o hürmete layık bir insan değildir" dedim. "Sen bunu nerden çıkarıyorsun" dediler. Bana inanmadılar, bende biriktirdiği altınların yerini, bildiğim için onlara gösterdim. Nasraniler yedi küp altını ve gümüşü çıkardılar. "Bu, defne ve techize layık bir kimse değildir dediler. Bir yere atıp üzerini taşla kapattılar. Sonra onun yerine başka bir âlim geçti. Dünyaya hiç ehemmiyet vermezdi. Gece gündüz ibadet ederdi. Onu çok sevdim, uzun zaman yanında kaldım. Onun ve kilisenin hizmetini yapar, onunla ibadet ederdim. Vefat zamanı geldi ve ona "Ey benim efendim, uzun zamandan beri yanınızdayım Sizi çok sevdim. Sen vefat ettiğin zaman ben ne yapayım. Bana ne tavsiye edersin" diye sordum. Bana "Oğlum Şam’da insanları ıslah edecek bir kimse yok. Kime gitsen seni ifsad ederler. Fakat Musul’da bir zat vardır. Ona gitmeni tavsiye ederim" dedi. "Ben de peki efendim" dedim. O zat vefat edince Şam’dan Musul’a gittim. Onun tarif ettiği zatı buldum, başımdan geçenleri anlattım. Beni hizmetine kabul etti. O da diğer zat gibi zahid, abid bir kimse idi. Onun vefat zamanı, aynı soruları ona da sordum. O da bana Nusaybin’de bir zatı tavsiye etti. O vefat ettikten sonra ben de derhal Nusaybin’e gittim. Bahsedilen kimseyi bulup yanında kalmak istediğimi söyledim. isteğimi kabul etti ve bir müddet de onun hizmetinde kaldım. Bu zat da vefat etmek üzere iken, beni başka birine göndermesini söyledim. Bu sefer bana Amuriye’deki bir Rum şehrinde bulunan başka bir kimseyi tarif etti. Vefatından sonra da oraya gittim. Tarif edilen bu son şahsı da bulup, hizmetine girdim. Uzun bir zaman da onun yanında kaldım. Artık onun da vefatı yaklaşmıştı. Ona da beni birine havale etmesini rica edince, şimdi böyle bir kimse bilmiyorum. Fakat ahir zaman Peygamberinin gelmesi yaklaştı. O Araplar arasından çıkacak, vatanından hicret edip, taşlık içinde hurması çok bir şehre yerleşecek. Alametleri şunlardır: Hediyeyi kabul eder, sadakayı kabul etmez, iki omuzu, arasında nübüvvet mührü vardır. diyerek alametlerini saydı. Yanında bulunduğum son zat da vefat edince. onun tavsiyesi üzerine, Arap diyarına gitmeye hazırlandım. Ben Amuriye’de çalışıp, bir kaç öküz ile bir miktar koyun sahibi olmuştum. Beni Kelb kabilesinden bir kafile Arap beldesine gitmek üzere idi. Onlara dedim ki, bu sığırlar ve koyunlar sizin olsun, beni Arap vilayetine götürün. Kabul edip beni kafilelerine aldılar. Kervan Şam üzerinden Medine ye yakın Vadi Kuraya geldi. Kervan sahipleri, bana ihanet edip, Köledir diyerek beni bir yahudiye sattılar. Yahudinin bulunduğu yerde hurma bahçeleri gördüm. Ahir zaman Peygamberinin hicret edeceği yer, herhalde burasıdır diye düşündüm. Fakat kalbim oraya ısınmadı. Bir müddet yahudinin hizmetinde kaldım. Sonra beni köle olarak amcasının oğluna sattı. O da alıp Medine’ye getirdi. Medine’ye varınca, sanki bu beldeyi önceden görmüş gibiydim. öylesine ısındım. Artık günlerim Medine’ de geçiyor, Beni satın alan yahudinin bağında bahçesinde çalışıp, ona hizmetçilik yapıyordum. Bir taraftan da asıl maksadıma kavuşma arzusuyla bekliyordum. Bir gün beni satın alan yahudinin bahçesinde bir hurma ağacı üzerinde çalışıyordum. Sahibim, yanında biri ile bir ağaç altında oturup konuşmakta idi. Bir ara dediler ki, Evs ve Hazreç kabileleri helak olsunlar. Mekke’den bir kimse geldi. Peygamber olduğunu söylüyor. Ben bu sözleri işitince kendimden geçip az kalsın ağaçtan yere düşüyordum. Hemen aşağı inip, O şahsa ne diyorsun? dedim. Sahibim bana bir tokat vurdu, "Senin nene lazım ki soruyorsun, sen işine bak" dedi. O gün akşam olunca bir miktar hurma alıp, hemen Kuba’ya vardım. Resulullahın yanına girip "Sen salih bir kimsesin, yanında fakirler vardır. Bu hurmaları sadaka getirdim" dedim. Resulullah yanında bulunan Eshaba "Geliniz hurma yiyiniz" buyurdu. Onlar da yediler. Kendisi asla yemedi. Kendi kendime işte bir alamet budur. Sadaka kabul etmiyor dedim. Eve dönüp bir miktar hurma daha alıp, Resulullaha getirdim. Bu hediyedir dedim. Bu defa yanındaki Eshab ile birlikte yediler, işte ikinci alamet budur dedim. Götürdüğüm hurma yirmibeş tane kadar idi. Halbuki yenen hurma çekirdekleri yüzlerceydi. Resulullahın mucizesiyle hurma artmıştı. Kendi kendime bir alameti daha gördüm dedim. Resulullahın yanına ikinci defa varışımda bir cenaze defnediyorlardı. Nübüvvet mührünü görmeyi arzu ettiğim için, yanına yaklaştım. Benim muradımı anlayıp, gömleğini kaldırdı. Mübarek sırtı açılınca Nübüvvet mührünü görür görmez, Varıp öptüm ve ağladım. O enbiyalar serverini, insanların gönül coşkusunu İlk kez görüyordum. O anda, Kelime-i şehadeti söyleyerek müslüman oldum. Sonrada Resulullaha uzun yıllardan beri başımdan geçen hadiseleri bir bir anlattım. Hâlime teaccüb edip, bunu Eshab-ı kirama da anlatmamı emir buyurdu. Eshab-ı kiram toplandı, ben de başımdan geçenleri bir bir anlattım.." Selman-ı Farisi iman ettiği zaman Arap lisanını bilmediği için tercüman istemişti. Gelen yahudi tercüman, Selman-ı Farisi’nin Peygamber efendimizi methetmesini aksi şekilde söylüyordu. O esnada Cebrail aleyhisselam gelip Selman’ın sözlerini doğru olarak Resulullaha bildirdi. Durumu yahudi anlayınca, Kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu Selman-ı Farisi müslüman olduktan sonra, köleliği bir müddet daha devam etti. Peygamber efendimizin, "Kendini kölelikten kurtar, ya Selman" buyurması üzerine sahibine gidip, azat olmak istediğini söyledi. Buna zorla razı olan yahudi, üçyüz hurma fidanı dikerek yetiştirip ve hurma verir hale getirmeyi ve kırk rukye altın o zamanki ölçüye göre bir miktar altın vermesi şartıyla kabul etti. Bunu Resulullaha haber verdi. Resulullah eshabına; "Kardeşinize yardım ediniz" buyurdu. Onun için üçyüz hurma fidanı topladılar. Resulullah "Bunların çukurlarını hazır edip, tamam olunca bana haber ver" buyurdu. Çukurları hazırlayıp, haber verince Resulullah teşrif edip, kendi eliyle o fidanları dikti. Bir tanesini de Hz. Ömer dikmişti. Hz. Ömer’in diktiği hariç, hepsi, Allahü teâlânın izni ile, o sene hurma verdi. O bir taneyi de söküp, kendi mübarek eli ile yeniden dikti ve diktiği anda hurma verdi. Bir gün buyurdu ki: Efendisi ile hürriyetine kavuşmak için belli miktarda anlaşan köle nerdedir" diye soruyordu. Bunu alıp Peygamberimize gittim ve durumu arzettim. Resulullah altını tekrar bana verip, "Bu altını al borcunu öde" buyurdu. Beni buldu ve elindeki, yumurta büyüklüğündeki altını verdi. Ya Resulullah, bu altın yahudinin istediği ağırlıkta değil" deyince, Resulullah o altını alıp, mübarek dilinin üzerine sürdü. " Al bunu! Allahü teâlâ bununla senin borcunu eda eder" buyurdu. Allah hakkı için o altını tarttım, tam istenilen miktarda geldi. Götürüp onu da sahibime verdim. altından istenen miktar verildiği halde hala eskisi kadar duruyordu. Böylece bir taraftan Peygamber Efendimizin s.a.v. büyük bir mucizesi gerçekleşti. Selman Farisi r.a. Bundan sonra Ehli suffa arasına katıldı. Uzak diyarlardan geldiği için Eshab-ı kiramdan biriyle kardeşlik kurması emir buyurulunca, Ebu Derda ile kardeş oldu. Hendek savaşından itibaren bütün gazalara katıldı. Bedir ve Uhud savaşından sonra, Medine üzerine üçüncü defa yürüyen, müşriklere karşı, nasıl bir savunma, yapılması gerektiği istişare ediliyordu. Bütün müşriklerin birleşerek hücum ettiği bu savaşta Selman-ı Farisi, Resulullaha,s.a.v. Hendek kazmak suretiyle, Savunma yapmayı söyledi. Onun bu teklifi kabul edilip, hendek kazıldı. Bu sebeple bu savaşa, Hendek Savaşı denildi. Hendek savaşındaki, Gayret ve hizmetinden dolayı, Selman-ı Farisi’ye Peygamberimiz "Selman-ül Hayr" Buyurdu. Son Peygamberi görmek İçin bir çok sıkıntıyı, Göğüsledikten sonra gayesine ulaşan, Selman, Yüce peygamberine kavuşmuştu. Müslüman olduktan sonra büyük hizmet gösteren, Ömrünün sonuna kadar örnek bir hayat yaşayan Selman, 655 yılında Medain’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Kaynak............. Ebu’l-Ferec İbn.... Ali Kılıç Kakiz |