3
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
89
Okunma
Ey sevgili Peygamberim…
Sen beş evlat acısını yüreğinde taşıdın da nasıl ayakta kaldın?
Ben bir oğlumun yokluğunda her gün biraz daha dağılıyorum.
Ciğerim sökülüyor, nefesim yarım kalıyor, geceler sabaha varmıyor.
Sen sabrı ümmete öğretendin ama evlat acısı hangi kelimeye sığar?
Bir annenin kalbi kaç parçaya bölünür de hâlâ atmaya devam eder?
Ben her ezan sesinde oğlumun adını duyar gibi oluyorum,
Her duada ellerim titriyor, çünkü kabul olsa bile geri gelmeyecek biliyorum.
Ey Resûl…
Sen yavrularını toprağa verdiğinde gözyaşını Allah’a sakladın,
Ben ise gözyaşımı nereye koyacağımı bilmiyorum.
Toprak oğlumu aldı, bana boş bir dünya bıraktı.
Gülüşü evde kaldı, sesi duvarlarda asılı, kokusu üzerimden çıkmıyor.
Sabır diyorlar…
Ben sabrın bu kadar can yaktığını bilmiyordum.
Evlat acısı imtihan değil, ateşmiş.
İçinde yanarak yaşamayı öğreniyormuş insan.
Ey sevgili Peygamberim…
Biliyorum, sen “göz ağlar, kalp hüzünlenir” dedin ama isyan etmedin.
Ben bazen susuyorum, bazen içimden kopan feryadı susturamıyorum.
Dilim sabır derken, kalbim paramparça oluyor.
Sen evladını toprağa verirken başını göğe kaldırdın,
Ben göğe bakmaya cesaret edemiyorum;
Çünkü her baktığımda “neden” diye haykırmak geliyor içimden.
Oğlumu benden alan kader mi, zaman mı, yoksa bu dünya mı bilmiyorum.
Ey Resûl…
Sen ümmetin yükünü taşırken evlat acını içine gömdün,
Ben ise evlat acımı her adımda taşıyorum.
Yürürken, otururken, nefes alırken…
Ciğerimden bir parça eksik, hayatım yarım.
Geceleri secdeye kapandığımda
Adını söyleyemiyorum oğlumun, boğazım düğümleniyor.
Bir annenin duası bile bazen yarım kalıyormuş meğer.
Gözyaşım seccadeye düşüyor, kalbim yerle bir oluyor.
Ne olur bana da öğret,
Bu acıyla nasıl yaşanır, bu yangın nasıl taşınır?
Çünkü ben bir oğlumun hasretinde
Her gün yeniden ölüp, yeniden yaşıyorum.
Ey sevgili Peygamberim…
Bazen diyorum ki bu acı bana fazla,
Bir annenin omuzları bu kadar yükü nasıl taşısın?
Ama sonra sen geliyorsun aklıma;
Acının en ağırını yaşayıp yine de merhametten vazgeçmeyen halin…
Ben merhameti bile unuttum bazen.
Canım bu kadar yanarken dünyaya nasıl yumuşak bakayım?
Oğlumun yokluğunda her şey sert,
Her ses kırıcı, her gün eksik.
Sen “emanetti” dedin, teslim oldun.
Ben emaneti geri verdim ama içimdeki anne itiraz ediyor.
Akıl susuyor, iman susuyor,
Sadece kalbim bağırıyor: O benim evladımdı…
Ey Resûl…
Kimse bilmiyor gecenin kaç yerinden kırıldığımı.
Kimse görmüyor, sabaha karşı oğlumun adını sayıklarken
Nasıl kendi sesimden korktuğumu.
Anne olmak mezarı başında bitmiyormuş,
Asıl orada başlıyormuş.
Bana “güçlüsün” diyorlar.
Ben güçlü değilim, ben mecburum.
Kalan nefesleri tüketmemek için ayakta duruyorum.
Ama içimde bir yer var ki
Oğlumla birlikte kapandı, bir daha açılmadı.
Ey Peygamberim…
Eğer sabır buysa,
Ben sabrı ağlayarak taşıyorum.
Eğer kader buysa,
Ben kadere sarılarak değil, titreyerek inanıyorum.
Ve her gün Allah’a şunu fısıldıyorum:
“Beni affet…
Evladımı çok özlüyorum.”
Ey sevgili Peygamberim…
Günün sonunda anlıyorum ki bu acı geçmeyecek,
Sadece benimle birlikte yaşlanacak.
Oğlum benden önce cennete yürüdü,
Ben ardında kalan bir anne olarak
Bu dünyada eksik kalmayı öğrendim.
Artık şunu biliyorum:
Sabır acının bitmesi değilmiş,
Acıyla Allah’a tutunabilmekmiş.
Ben hâlâ ağlıyorum, hâlâ yanıyorum,
Ama kalbimin en derin yerinde
Oğlumu Rabbime emanet etmenin sükûtu var.
Ey Resûl…
Senin yaşadığın evlat acısı bana yol oldu.
Ben dayanamadım sandım,
Meğer ayakta duruyormuşum.
Çünkü anne yıkılsa da düşmüyormuş,
Evladı için Rabbine yaslanıyormuş.
Bir gün kavuşacağım biliyorum.
İşte o gün bu ciğer yangını dinecek.
O zamana kadar
Bir anne, bir yürek, bir acı olarak yaşayacağım.
Adını duayla anarak,
Hasretini secdeye bırakarak…
5.0
100% (2)