4
Yorum
12
Beğeni
4,2
Puan
78
Okunma
Yol uzar,
adım kısa kalır bazen.
Kuş uçar,
göz yetişemez kanadının ardına.
İnsan da böyledir;
kendi hakikatine
hep bir adım geç varır.
Ne geri döner tam,
ne ileri atılır tümden;
ara yerde,
kendi gölgesiyle konuşur.
Geceler olur,
kalbin içinden çağrı geçer:
Ne ses, ne söz…
Sanki eski dostun yıllar sonra bıraktığı mektup gibi.
Açar yavaşça insan,
okur titreye titreye;
‘Gel’ der mektup,
‘sen zaten bendeydin.’
Kuş,
kendi yuvasını bulduğunda
rüzgâr bile kıskanır o sükûnu.
Yürek de böyle duruş arar:
Kımıldamayan,
kırılmayan,
kimseden sükût dileyemeyen durgunluk…
Hakk’a dokunan
ince iç sessizlik.
Derviş,
yüreğine sorarmış zaman zaman:
‘Ey kuş,
hangi daldasın bugün?’
Yürek,
kimi gün hüzün dallarında öter,
kimi gün aşkın alevine konar,
kimi gün de
tüm dalların Sahibine yönelir tek nefesle…
Ve bilir derviş:
Kuşun asıl yurdu göktür;
dal sadece misafirlik.
Yüreğin asıl yurdu Hak’tır;
insan sadece yolculuk.
Konmak da O’na,
uçmak da O’na,
sükût da O’na…
Gün gelir,
dallar silinir gözden,
kuşlar susar,
rüzgâr durur.
İnsan kendi içine eğilir,
‘Ben kimim?’ diye değil,
‘Bende kim var?’ diye sorar.
O an anlar ki,
yüreğin konduğu en son dal
Hakk’ın nefesidir;
insanı içinden tutan
o görünmez el.
Ve işte o zaman,
gözlerin bakışı değişir;
dünya başka dildir artık.
Kuşun ötüşü zikir olur,
rüzgârın sesi dua,
kırık dal bile derse dönüşür.
Çünkü gönül,
gönlüne konanı bilmiştir.
Rifat KAYA
5.0
80% (4)
1.0
20% (1)