0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
74
Okunma
Yokluğun kapısında durduğum o an
Ne geri dönebildim ne ileri,
Arada kalan bu ince çizgi
Beni benliğimden soyunan bir sabaha çevirdi.
Eşik, sessiz bir sırdı
Üzerinden atlayanın değil, eriyenin anlayacağı
Zamanın bile dokunmaya çekindiği
İlâhî bir sınır gibiydi.
Var olmakla yok olmak arasında
Bir nefeslik mesafe vardı,
O nefes sen olunca
Ben, kendimi unutmaya başladım.
Yokluk sanılan o engin derinlik
Aslında hakikatin aynasıydı,
Baktıkça kayboldum
Kayboldukça görmeye başladım.
Eşiğin soğukluğunda değil,
Sana yaklaşmanın sıcaklığında titredim.
Çünkü yokluğun bile seninle doluydu,
Ben yok oldukça varlık bana gülümsedi.
Her adım bir teslimiyetti,
Her duruş bir dönüşüme gebeydi,
Ben, kendimi geride bırakmaya
Senin sessiz çağrınla cüret ettim.
Eşiğin ucunda duran gölgem
Bana ait olmayan bir yükmüş meğer,
Geriye bakınca anladım ki
Benliğim, hakikate perdeymiş.
O perde kalkınca
Kapı, kapı olmaktan çıktı
Eşik, eşik olmaktan,
Yokluk, yokluk olmaktan
Senin adına yazılmış bir varlık cilvesi oldu.
Yokluğun eşiğinde başım döndü
Ama düşmedim;
Çünkü nurundan bir parçayı gizlice
Kalbimin tam ortasına koymuşsun.
Ben yok olmaktan korkarken
Sen beni kendine çağırıyordun
Ve yokluğun en derin yerinde
Bana en büyük var oluşu hediye ediyordun.
O eşikte öğrendim:
Yokluk bir bitiş değil,
Seninle dolan bir başlangıçtır.
HABİB YILDIRIM / BÂİN-İ ADLÎ
(18 Kasım 2025)