16
Yorum
37
Beğeni
5,0
Puan
332
Okunma
Bu sabah,
yine rüzgârı ters yöne astım,
belki güneş değişir diye.
Bir yanda deterjan kokusu,
bir yanda içimde paslanmış bir akşam.
Avluda çocuk sesleri yok artık,
yalnızca rüzgâr,
çamaşır ipinde hışırdayan beyaz bir sessizlik var.
Her sabah olduğu gibi,
önce kalbimi yıkadım soğuk suyla,
sonra asamadım…
kırışmasın diye içimde,
katlayıp koydum en alta.
Bir gömlek gibi ütüsüz hayatım,
bir ucundan sarkıyor pencereye.
Rüzgâr dokundukça,
çocukluğum sallanıyor ipte,
annemin elleriyle astığı o ilk beyazlık gibi.
Komşular geçiyor,
“yine çok yıkamışsın bugün” diyorlar,
bilmiyorlar,
her sabah biraz geçmiş, biraz gelecek, biraz da kendimi duruluyorum.
Kir dediğin ne ki,
bazısı gözyaşından kalıyor,
bazısı sevmenin tortusu.
Bir pantolon koluma dolanıyor,
bir çorap düşüyor yere —
ömrüm gibi, yarım.
Eğilip alıyorum,
sanki yere düşen benmişim gibi nazikçe.
Ağaçların dalları da bana benziyor bugün,
kırık ama hâlâ yeşil.
Bir yaprak düşüyor,
arkasından içim dökülüyor yavaşça.
İçimdeki kadın,
bir şiirle konuşuyor artık:
“ben de sevilmek istedim,
ama hep kuruyken ipte asılı kaldım.”
Belki Nazım gibi yüreğim,
ama Orhan gibi kırık gülüyorum bu hayata.
Bir uçurum kadar uzak sabah kahvaltısı,
bir çay bardağı kadar dar günüm.
Kaşığım şıngırdıyor boşlukla,
şeker erimiyor,
çünkü umutlar da erimiyor artık —
donmuş bir rüya gibi, ipte.
Bir ara güneş yüzünü gösteriyor,
yine de ıslak kalıyor bazı yerlerim.
Belki de kurumak istemiyorum artık,
belki de ıslaklık, yaşadığımı hatırlatan tek şey.
Rüzgâr biraz daha sert esiyor şimdi,
ipte bir beyaz gömlek uçuşuyor;
belki senindir,
belki de bana hiç ait olmayan bir hayalin.
Ve ben,
her sabah yeniden asıyorum seni,
çamaşır ipine değil,
göğsümün tam ortasına.
Kurusun diye değil —
belki yeniden kokar diye,
yaşamak…
Rüzgâr çekip gidince,
ipte kalan tek şey sessizlikti.
Bir gömlek hâlâ ıslaktı,
tam kalp hizasında.
Onu kurutamadım.
Belki de kurursa,
hatıraların kokusu da uçacak diye korktum.
Suyun izi bile bir anı taşıyor bazen,
bir bakışın, bir cümlenin,
“gitme” diyemeyişimin gölgesi var orada.
Ellerim,
sanki sabun değil, seni tutmuş da bırakmamış gibi
kokusunu saklıyor hala.
Sokaktan bir simitçinin sesi geldi —
o da sabahı çağırıyor belli ki,
ama ben hâlâ dünün içinde uyuyorum.
Küflenmiş bir takvim yaprağı gibi duruyor içimde zaman,
ne kopabiliyor, ne yenileniyor.
Bir serçe kondu ipteki eteğe,
gagasıyla bir damla su aldı,
sonra uçtu,
benden daha özgür,
benden daha kararlıydı o minik kalp.
Ben hâlâ bekliyorum,
bir şey olsun,
bir şey değişsin diye.
Belki güneş biraz daha vurur da
kurur içimdeki gölge.
Ama olmuyor.
Kurutmakla bitmiyor bu iç yangını,
çünkü alevi görünmez,
çünkü suyu gözden gelir, kalpten akar.
Bir sigara yaktım.
Dumanı ipteki beyazlara karıştı.
İçimden “yaşamak ne tuhaf iş” dedim,
“bazen yalnızca asmakla geçiyor gün.”
Bir eldiven sarkıyor ipten,
eşini bulamıyor.
Tıpkı ben gibi —
yarım, sessiz, bekleyen.
Rüzgâr esti mi,
o da üşüyor benimle beraber.
Bir anda,
gökyüzü kapandı.
Bulutlar ağırlaştı,
yağmur başladı yeniden.
Çamaşır ipinde umutlarım ıslanıyor yine,
belki bu kez
bir şey temizlenir içimde.
Ben yine aynı kadınım;
pencere kenarında,
bir elde mandal, bir elde geçmiş.
Rüzgârla tartışan saçlarımda
hala biraz sen var,
hala biraz ben.
Ve biliyorum,
yarın güneş açsa bile
ben yine bu ipte,
aynı umutları asacağım —
belki kururlar,
belki düşerler,
belki de ben yeniden ıslanırım.
Ama olsun…
yaşamak bazen sadece budur:
bir ipte sallanan beyazlıkların arasında
yeniden inanmayı beklemek.
Güneş,
bugün biraz erken yoruldu.
Pencere perdesinin ucuna takıldı,
benim gibi sessizce battı.
Gölgesini dizlerime bıraktı sanki,
oturdu yanıma,
“nasılsın?” bile demeden sustu.
Bir zamanlar ipte umut vardı,
şimdi yalnızca gölge asılı.
Kuru gömleklerin içinden
rüzgâr geçiyor,
sanki biri var da giymemiş gibi.
Ben hâlâ bekliyorum —
belki biri gelir,
belki şu sessizlik konuşur,
belki bir gülüş kalır geriye.
Ama duvarlar bile yoruldu artık,
onlar bile susmayı öğrendi benden.
Bir mandal elimde kaldı,
öylece sıktım.
Plastik bir acı geçti içimden,
ne kan, ne gözyaşı…
Sadece o eski ezgi:
“yaşamak güzel şey be kardeşim”
diyen bir ses uzaktan,
ama ben duyamıyorum tam.
Gökyüzü solgun bir mendil gibi,
gözyaşımı silecek biri yok.
Avludaki ıslak taşlar bile
benden daha az geçmiş kokuyor artık.
İpteki son gömleğe dokundum,
sertleşmişti güneşten,
tıpkı kalbim gibi.
Biraz buruşuk, biraz temiz,
ama giyilmeyecek kadar kırılgan.
Gömleği katladım,
kalbimin yanına koydum.
Bir dua gibi,
bir alışkanlık gibi,
bir “belki yarın” gibi.
Sonra ipi çözdüm.
Umutları değil,
kendi ellerimi indirdim oradan.
Rüzgâr kesildi,
akşam indi,
ve ben ilk defa,
boş bir ipte huzur buldum.
Artık hiçbir şeyi asmıyorum gökyüzüne.
Ne sevdayı,
ne hayali,
ne de seni.
Sadece kendimi topladım bu kez;
kat kat, sessizce,
ve yüreğimin en temiz yerine koydum.
5.0
100% (22)