1
Yorum
12
Beğeni
5,0
Puan
132
Okunma
Bir vakit vardı, gençtim.
Yola çıktım; ne yanımda azık vardı ne yoldaş.
Ayaklarımda dağların pası,
ellerimde rüzgârın yaraları.
Her menzilde bir kapı çaldım,
her kapıda bir yalnızlık buldum.
Kervanlar geçti önümden,
heybeleri altınla dolu, gözleri yorgun.
Benimse heybemde yalnızca bir dua vardı;
adı senin adındı,
göğsümde gizlediğim bir kandildi o.
Günler aktı,
geceler çöktü.
Yıldızları kendime harita yaptım,
yağmurları gömlek, rüzgârı yastık eyledim.
Toprağa yaslandım nice kez,
düşlerimden bir ülke kurdum.
Ama bil ki, bütün yollar
sana çıkıyordu.
Baharı dağlara astım,
gökyüzünü koynuma aldım,
denizleri avuçladım,
ateşleri susturdum.
Yine de içimde bir eksik vardı;
çünkü biliyordum,
ahirim sensin.
Bir köyden geçtim:
çocuklar oynuyordu,
kadınlar tandır başında ekmek yoğuruyordu.
Ben ise onların gülüşlerinde
senin yüzünü aradım.
Bir dağ eteğinde konakladım:
taşların soğukluğunda,
senin sıcaklığını özledim.
Ömrüm topraklara karışacak elbet,
gözlerim geceye, yüzüm yağmura.
Ama kalbimin son durağı
senin kalbin olacak.
Bir gün öleceksem,
son nefesimde dudaklarımdan sen taşacaksın.
Bir gün dirileceksem,
ilk ışığım gözlerinden doğacak.
Ve ben bütün yolculuğumun sonunda,
yorgun dizlerimle önünde diz çöktüğümde,
yalnızca şunu fısıldayacağım:
“Ey bana hem dünya hem öte olan,
ey yolculuğumun son menzili,
benim ahirim sensin.”
5.0
100% (4)