0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
89
Okunma

Bu hikâye, bir göçün ve yitip giden bir evin hikâyesidir. Gökyüzünün soluksuzluğu, toprağın hafızası, denizin suskunluğu ve taşların izlerinde, yarım kalmış yolculukların kırık kemikleri yatar.
Bu hikaye
Gökyüzü soluyamazken,
içimizde dağılmış bir evin
görünmeyen bir ırmağın
kaburgaları arasında kurduğu akciğerin
külenmiş sırlarını filtreleyen
bir göçün hikâyesidir.
Haritanın yırtık kenarlarında
kök salmaya çalışan rüzgâr,
başka bir halkın unutulmuş mültecileri gibi
bize ait olmayan mevsimleri
toprağın hafızasında taşır.
Denizin dibinde,
çırpınmayı unutmuş balıklar gibi
suskunluğa gömülür bedenlerimiz.
Taşların hafızasında
adımlarımızın soğuk izleri kalır.
Her iz,
bizi yarım bırakmış bir yolculuğun
kırılmış kemikleridir.
Ufka bakan gözlerimiz
tuzla yarılmış ufak denizlerde,
söylenmemiş cümlelerin
kuruyan damlalarında bekler.
Kendi sesimizi tanıyamayacak kadar
yabancılaştırır bizi kendimize.
Kemiklerin her çatırdayışında,
bir evin çöküşünü anlatan
yarım kalmış bu göç;
ne bir başlangıçtır, ne de bir bitişrir…
Sadece soluk almayı öğretmeye çalışan
bir gölgenin,
daha karanlık bir gölgeye sığınma çabasıdır