Şehri İkiye
Sen vesikalık resmimi gazetelere vermişsin
Solmuş değildir henüz teslim edebilirsin Bir an durmadı ki göğsünün üst cepkeninde Bırak kalsın sarı soluk sayfalar içersinde, kayıp aranıyor köşesinde… Gök mü uçsuz bucaksızdır, deniz mi ufukta uzayan. Yağmur serpiştiriyor, bir baskın ucundayım, İstanbul yüzüme tükürüyor Bütün söylenmemiş sırları tekrar geriye damıtarak Kollarım kasılıyor, ayaklarım çekiliyor mu desem Çınar ağaçlarında boy boy adamlar asılıyor Üçüncü sayfada dram diye anılarak Adam mı becerecektir yoksa kadın mı, dur, gitme diyebilmeyi. Ama bütün kelimeleri anahtarlığından söker gibi Tekerleyerek bırakıveriyorsun masanın üstüne “Git beni bekliyor su perisi” Ne olmuşsun bilmiyorum, bu dönen iki kol arasına sıkışmış bayrak değil ki Bu gömleğin beyaz, kaptırmışsın dişliler arasına Herşey ayan, gözlerin gökyüzüne kilitli İstanbul’a kasım düşüyor şubat’ın ortasında Gecenin yüzüne vuruyor kızılı seni tanıdığım ikindi vaktinin Şehri ikiye Marmara değil çatık kaşların bölüyor Ve köprüler değil, rüyalarım birbirine bağlıyor Üstüme bir kasım örtüyorum, perçemin değiyor gözlerime Üstüme bir şehir bırakıyorum çırılçıplak, Yeditepe’ye inat Güneş ilişmiyor, yüzümü ellerin örtüyor gölgedeyim Bir tepenin üstünden seni arıyor gibiyim, sanki ortasındasın, milyonların içinde Sanki her tepeden çukuru akanda sen varsın Hani iyiliği tuttu bu şehrin gözlerime seni bulduracak Oysa gece vaktidir, güne çok uzaktayız Oysa gölgen çekildi, sanki toprağa sindi Yüzümü dönsem her yönden esen meltem sensin Cereyanında kalansa ben iki şehrin Sana sarı saçlı, sarı pudralı bir güneş, gökçe Ben yarımca mırıldandığın, köpük benizli ezgi Sen bu melodiye apansız es koymuş nazım, dizgi İçimde bir yerde dolanmakta siluetin. Ezgi Gürçay |