1
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
152
Okunma
Bir duvar saatiydi gençliğim,
İki yelkovan: Biri sır tuttu, biri pas...
Senden kalan tek fotoğraf, bir kitap arası
Yapraklarını çevirdikçe ağlayan bir çınar...
Ellerim cebimde geçti baharlar,
Gözlerimde puslu bir akşamın hüznü.
Kırık bir tebeşirle yazdım adını tahtaya:
Her harf bir çivi, her nokta bir sancı...
Eski bir kaleyi aşan sarmaşık gibi
Sessizce büyüdü içimde kilitli bir orman.
Dudaklarım postalara dönüştü göndermeden,
Her pul, senin doğum tarihinle yapıştırılmış...
Bir gün buluşsak, diyorum, mezarlığa yakın bir istasyonda,
Çünkü ölüm bile vuslat sayılır belki bu saatten sonra.
Saçlarımda kar, senin bıraktığın ilk beyaz tel,
Zaman, bir mendil gibi buruşturulmuş cebimde...
Aşk dediğin, belki de hiç söylenmemiş bir sıfat:
Sıfatın yokluğunda cümleler hep eksik kaldı.
Sen evin içindeki bir kapının gıcırtısı,
Ben, o kapıya dayanmış bir çocuğun soluğu...
Şimdi denize vuran her dalga adını taşıyor,
Kumlara yazdıklarımı silerken bir çocuk
"Belki sevseydim," diyor, "belki de sevdim,"
Rüzgâr, gec kalınmışlığın cevabını uçuruyor...
5.0
100% (2)