AŞKA BAŞ EĞDİM
AŞKA BAŞ EĞDİM
Ne zaman düştüyse Ankara’ya yolum, eyvallah diyerek, yüreğime üflediğin aşka baş eğdim! Bazen, hatta çoğunlukla yalnızlığımı yanıma alıp, taş kaldırımlarda izini arşın arşın Akay’da Neyzeni, Sakarya’da Seyyah’ı, Kadıköy börekçisinde kokun sinmiş silüetini, kısaca her yerde seni aradım. Dünden önceydi sanırım. Belki de yarından sonra. Cinnah’da Rus komşumuzun kızı Mano’yla karşılaştım. Merhaba dedim, hal hatır sordum. Bilirsin ne çok sevecen olduğunu. Sanırım geçmişi hatirlattığım için duygulandı. Boynuma sarılarak, aşka hürmette kusur işlemediğini söyledi ve ağladı! Gözlüğünün camı buğulandı. Beni, o eski ben sandı! Ve uzun uzun seni anlattı. Bir an sustum ve hatırlamaya çalıştım. Aradan ne çok zaman geçmiş meğer. Buluştuğumuz soğuk kış akşamlarında üşüdüğünü, ısınmak için göğsüme sokulduğunu, o incecik parmaklarını avuçlarıma alıp, yanaklarıma sürerek öpüp ısıtmaya çalıştığımı hatırladım. Oysa unuttum sanıyordum. Meğer seni hiç unutmamışım. Meğer anıları hep bir yerlerde saklı kalırmış. Unutmanın mümkün olmadığını bir kere daha anladım! Aklıma geldi de, ayazlı soğuk kış günlerinde burnun akardı. Saklamaya çalışsan da, ben; “Süreyya çeşmesi yine akmaya başladı.” dediğimde; “Bana Süreyya deme.” diye kızardın “Peki ne dememi istersinn?” dediğimde; “Sadece aşkım de, pıtırcığım de.” derdin. Nereden geldim bu konulara bilmiyorum? Manno’nun bana anlattıklarını nerdeyse unutacaktım. Önce kendinden bahsetti. Sakarya’da Eski Yeni barda, nefesi kokan bir oğlanla tanıştığını ve ona gönlünü kaptırdığını söyledi. Meğer otçuymuş çocuk. Otçuluğun ne anlama geldiğini, ben de ondan öğrendim. Birkaç ay o cocukla birlikte yaşamış ve sonra katlanamamış ayrılmış. Dahası ondan hamile kalmış ve Ankara’dan ayrılarak İstanbul’a yerleşmiş! Ama çocuktan bahsederken var ya, görmeliydin! Gözlerinin içi ışıl ışıldı. Çocuktan ayrıldıktan birkaç ay sonra, ot çekerken çocuk krize girmiş, hayatını kaybetmiş! Bir de kızı varmış! On sekiz’ine yeni girmiş. Ne garip değil mi? Biz de ayrıldığımızda tam on sekizindeydik. Şimdi biz hayatın sonuna gelirken, Manno’nun kızı on sekizine girmiş. Neyse, seni sordum. Biz ayrıldıktan iki ya da üç yıl sonraydı. diyerek söze girdi; Hiç istemediğin bir evliliğe zorlandığını, iki oğlunun olduğunu, kocan tarafından anlaşılmadığını, iki farklı yöne giden banliyö treni gibi olduğunuzu, hatta saygı görmediğini anlatınca içim burkuldu. Bir an soluğum kesildi, kalbim duracak gibi oldum! “Aaaah keşke.” dedim ve sustum! Mano; “Keşke ne? Ne, ne ne? diye öfkelendiğinde, hıçkıra hıçkıra ağladım mutsuzluğuna. Keşke bensiz de mutlu olsaydı. Bensiz de saygı görseydi, bensiz de sevilseydi. dedim. Ama keşkelerin hiçbir anlam ifade etmediğini biliyorum. Keşke hiç ayrılmasaydık. Keşke hep bende kalsaydın. Keşke evlenmiş olsaydık. Keşke o çocuklar ikimizin olsaydı. Keşke, keşke, keşke dolandı dilime, sana selam bile yollayamadım. Affet beni sevdiğim. Böyle olsun istemedim. Ayrılmamızın tek sebebi sendin. Sendin Pıtırcık! Efkan ÖTGÜN |