Işık ve Kül
`Ateş yürekli arkadaşım Yavuz Güzel`e`
ertelenmiş yıllardan geldin hüsrana sofranda yer vermeden tarihin yelesinden tutarak gurbeti olmadın dramın riyakar sağırlıklar içinde tebessümün buğusunda çatlattığın umudun kabuklarıyla güzel olan herşeye zırhlar yapardın ayet gibi ezberlediğinle közünle dağlayıp yonttun zamanı hükümsüzdür artık sisler ve yutan bulvarlarda sahteliklerle beslenen o devler duru dünyandan maviliklerin kaldı anıtsız topraklarda nar çiçeklerin bir de uzaklaştıkça yakınlaşan tutkulara kan veren aşkın... takvimde esamesi kalmayacaktı yıkmak ve yakmanın tersyüz edildi namlular erguvani şimşeklerle boğmak dedim o zaman ağlayıp dönerek deli sellere yapamadım o da senin yasağındı bize gözyaşımı yakıp da gittin yer ve gökyüzü birer çakıydı bulurdu bizi kahroldum çalarak başımı taştan taşa kahroldum bütün tanrıları kovdum küstüm kullara menzilimde kıvılcım sağanağıyken tepeden tırnağa ayazdım üşümedim üşüyemezdim dudaklarımın çizgilerindensin çiğ damlalarının parlaklığında GÜNEŞin nazlı hüzmelerinde unutmak da ne? şuramdasın resmin yüreğimin penceresinde oy söze gerek duymayıp ışığa tapan kir ve solgun dalgalarının önünde ateşe ateşçe yanmasını öğretip kıydın kendine takas ederek külünü biliyorum hep geleceksin örtünerek ufuğun tülüne Müslüm Aslan |