Zelal (Ağıt)Dile Kızılırmak ı Tılsımlı bir ekinoksa düşerdi kum saatinin kumu Eşitlenirdi gece ile gündüzün kadranı Bir fırça sürebilmek için baharın yeşil tuvaline Tası tarağı toplar Çan sesleri içinde yola düşerdik Dağların merhametine sığınır Güle oynaya kurardık kıl çadırları Çoğu zaman tavaya yağ unutulur Tandıra un unutulur Unutulmazdı kaçak tütün ve kaçak çay Çay da, çay hani… İnce belli bardaklara tavşan kanı gibi dökülürdü Bir de yanında kıtlama şeker varsa Her yudumda ciğerimizin yağı çözülürdü Gece olunca… Haritaların ve jandarmanın unuttuğu o Yörük obası İsot ve mırra kokuları içinde, efsunlu bir masala bürünürdü Uzansak dokunabilirdik Polaris’e ya da saman yoluna Ki… Ceplerimiz tıka basa yıldız doluydu ıı On beşindeydik! Aynı ateşin çıtırtısı, aynı suyun damlası, aynı göğün mavisiydik Dağlara diz çöktüren cahil cesaretimiz Gök gürültüsüne kafa tutan avazımız vardı Derin dağ koyaklarında bir şahin ıslığı Namludan fırlamış birer mermiydik Aynı kavmin çocuklarıydık Birlikte giderdik keçi gütmeye “Okullu çobanlar gidiyor” diye bize takılırdı Bıyıkları nikotin sarısı ihtiyarlar. Bazlama, yeşil soğan, göğ domates bir de çökelek azığımız olurdu Omzumdaki baba yadigarı tek kırmaya bakar “Şakilerin piri Koçero ” diye kızdırırdı beni Ben ona “Kardelen” derdim Ki… Zelal tepeden tırnağa Kardelen soyluydu Yılkı atlar gibiydi Zelal Vahşi ve ürkek Yaklaştıkça baş döndüren yabanıl bir çiçek kokusuydu Ne zaman baksam o kız oğlan kız yüzüne Çiçekler açardı içimin çölünde Yüzü bir ceylanın su içişi Yüzü bir kınalı kekliğin kıvraklığıydı ııı O sene vaktinden evvel kardelen basmıştı o karlı dağı Çocuksu bir sevinçle patlayıp toprağın göğsünden Kızıla boyamışlardı karı Ah o kardelenler… Bir yanı göm gök bahar Bir yanı kar borandı Dağda patlayan bir fırtınada Nefes nefese sığındığımız o mağarada Ateşte kururken elbiselerimiz Ve ıslak kedi yavruları gibi titrerken ikimiz İlk orada keşfettik aşkı… En masum yanımızla İlk orada sarıldık ten tene İlk orada sarıldı birbirine Fırat ve Dicle… Fırtına dindiğinde… Kuruyan elbiselerimizi giyerken Nasıl dönmüştük birbirimize sırtımızı Ve nasıl içimize gizlemiştik sevdamızı Sonraları keçi gütmeye gitmesek de Bahaneler bulduk o mağaraya gitmeye Fırsatlar yarattık çerden çöpten o ateşi yakmaya Ve ant içtik… Ben ona Mem u, o bana Zin olmaya ıv Kimse bilmesin diye sırrımızı Dilek ağaçlarına çaput bağlayıp Ziyaret olmuş türbelerde tütsü yaktık Gel gör ki... Bildiler! Bildiler ve yılan gibi tısladı hasım yürekler Tüfek çatıp, çadır kurdular yolumuza "Yersiz yurtsuz bir muhacire kız mı verilir loo" dediler Değil bir araya gelmek Aynı göğe bakmamızı bile yasakladılar Yılmadık… Bağdaş kurup otursa da yolumuza Şahmaranlar Kavuşmayalım diye pusuya yatsa da akrepler, çıyanlar Yazgı bellemedik bize vurulan prangayı Yem etmedik sevdamızı kurda kuşa Kavilleştik Ve bir seher vakti, geceyi uyandırmadan İki can, bir yürek düştük yola Zelal’in bohçasında gün ışığı görmemiş bakir sevinçler Benim heybem umut doluydu tıka basa V Geçtik mi Kızıl ırmağı Kuş olur uçardık Ankara’ya Feriştah olsalar, bulamazlardı izimizi Oysa… Daha yolu yarılamadan koptu curcuna Dağı taşı sardı izci köpeklerin vaveylası Yedi koldan bizi aradı haydudu, eşkıyası Bir gölge gibi saklandık karanlığın ciğerine En yaklaştıkları anda bir kaya kovuğuna pıstık Faka basmadık Heyhat… Sabıkalıydı Kızılırmak sevdadan yana Nuh dedi peygamber demedi Geçit vermedi sevdamıza Akıntı, beşik gibi salladı o tahta salı Islak kedi yavruları gibi vurduğumuzda kıyıya Kuduz köpekler gibi üstümüze çullandılar Vurdular… Vurdular… Dipçik darbeleri ile kemiklerimi kırdılar Kan kustum toprağa, kan tükürdüm Avazıyla dağları deviren ben Deviremedim o çakal sürüsünü Öldü diye, ırmak kenarına attılar vı Ö l m e d i m… Kemiklerim kaynasın diye günlerce kuzu postunda yatırdılar Sabırlı tesbihler kopardım Türkü yanığı geceler bitirdim Bir çiğdem zamanı kalktığımda ayağa Dengbejler ağıt yakmıştı sevdamıza Ve duydum ki… Duymaz olası kulaklarım duydu ki… Zelal… Telli duvaklı gelin gitmişti gavur ili Almanya’ya İnanamadım… Her yanı dinamit yarası bir dağ gibi kanadım da Avazımı kimselere duyuramadım Oyy ben ölem… Zelal ellerin olalı, kaç mevsim eskidi Kaç zemheri geçti bilmiyorum O gün bu gündür Ne zaman Zelal’in adı geçse aklımın patikalarından Tırnağımla avuçlarıma kan vadileri açıp Çapraz fişek efkar demliyorum Ve… Ne zaman bir sevda türküsü çınlasa bu dağlarda Ben hep on beş yaşında oluyorum. |