kimlerin eline değdi kimlerin ruhundaki sözleri taşırdı kağıtlara çiviydi, taş duvarlarda demir uçlarla kazıdı levhaları şekiller, semboller, resimlere çizgiler ve harflere döküldü tahtadan, kamıştan yapıldı kil tabletlere de akıttı içini
bal mumlarına ağaç kabuklarına papirüslere ve parşömenlere akıttı sözleri oysa rüya değildi dört bir yan ağır kırmızıydı nar dalları zeytin ağacı defne kokusu renkli kuşlar her bir dalda, her bir ağaçta seherde yağmurun kırılgan aynasıydı
oysa sır başka her şeyle her hiçbir şeyle hiç arasında her rüyayı bir kez deha cennet sanmaktı bilmeliydi yoksa çözülmezdi düğüm
oysa mecazlara, yan anlamlara öğelere, söz dizimlerine temsillere tefsirlere, şerhlere bütün ayrıntılara ,izahlara büründü
her susuşun bir başka anlamı var gibiydi belki de dünyanın sonu böyle beklenirdi kiremit damlı evlerde hava bambaşka idi yatsıyla birlikte deliksiz karanlığının içinde mezar uykusuna dalar evlerde pencereler turuncu turuncu bakardı gecevakitlerinde sahipsiz sokakların sessizliğini parça parça, delik deşik ederdi oysa
dört bir yana süzülürken her yer altın sarısı aydınlığın içinde ışıktan bir dünya toprak kokusu, suydu her şey en güzeldi öyle güzeldi öyle sakindi oysa
ikinci cennet sanki cennetti gözler seyretti her güzelliği kana kana içerken içti o birini, biri onu biri diğerlerini
durup kalmadı donup kalmadı zamanın en tatlı yerinde saatin kadranında hiçbir noktaya razı olmadı herkes gibi hiç ölmeyecekmiş gibi
oysa kalbe mühür göze perde kulaklara kurşun karanlık paramparçaydı ses de, söz de, kelimeler de tükenmek üzereydi her yer sıcak ve acıtıcı gözler sadece alev değil akkordu öylece kavrulmuştu yürekten çıkan her nefes
oysa sonsuzluğu andıran uçsuz bucaksız bir vahaydı sabitti , kumları yırtan dağdı içinde durmadan parıldayan bir parıltı yalın bir inancın hükmüne açıktı ihlaslı suların beslediği her türlü rüzgardan uzak bir coğrafyaydı
oysa o zaman acılar geçerdi oysa o zaman onca açık yaralar kapanırdı sevgiliye vasıl eden vuslat yolunda yanma yakılma yolunda
oysa o zaman gökyüzü sakinleşir yıldızyağmuru altında sonsuzluk o zaman düşte görülen her hayal yitirildiği zannedilen bir ısırıkla kaybedilen o cennetti
oysa kara toprağı bilindik kıldı reçine kokulu sık ve derin ormanları üzümü, inciri, narı bilindik kıldı zeytini, zeytinin içindeki yeşil ışığı hurmayı, göklere uzanan akasyayı, buğdayı kuzuyu yesin diye kurdu ceylana susamış sarı yeleli arslanı
oysa sözse söylenmeliydi şiirse yazılmalı… gayesiz değildi hiçbir kelime bunca harf uykulara giriveren rüyalar
oysa soğukta donmayı, saçakta üşümeyi, sobada güğümü kekik çayında mis kokulu buhar da ondandı dalgalanarak, kıvrılarak her görenin gönlüne doğru akar giderdi uzun ömür duası nefeslenip sinerdi düğümlere adeta çok öteden bugüne azizdi
oysa zeytin, incir ve denizdi mavi göğün altında çarmıhtaki kutsal üzüm tanesiydi toprağın geniş karnında tohumlar gibi portakal ağacıydı maviydi yeşildi su…
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.