Allak
ben uçamam, belki tanrı da bırakır, süründüğüm yılların arkasından
derdest edip insanı, yaratır yeni baştan söyleyen benim, ama tanrı ne derse o olur insan nasıl olsa yarasında boğulur her kul, yer yüzü sofrasından kadehleri devrilmiş masadan sırat köprüsüne varan insan göveren yosunlara yaslanır yırtılıp kanayan kanatların çizdiği yağlı boyadan bine bölünür, bir yüzüğün ince hatlarından kız kulesinden uçan kartal, kaçar atlarından geçer fırtınanın dişleri korkuyorum bir karanlık basacak, hangi siyahta ıslandım bilmiyorum böyle derin leyladır kayaların üstüne oturan leyla sürgüne gittiği kapılarda aynaları kıran leyla güvercinli kulede söz vermişti, kozasını büyüten kuşlara bana anlatma, anlamak nereden başlar ateşe basarak geldim, kanmak istediğim suya, belki de adım, kimliğim bulandı beni gören göze, vurulmuştum, aklımı almıştım sağnakla kızıl laleleri taşıyordum, güllerin mezarına bazen dağların göğsüne vurur, bazen taşlara konar insan içinden geçen denize merhamet diye yorulur sadağımda insanı acıtır, kırık cam parçaları, böyle dönerken devran mey diye görünür insanın içinden çıkan kovan bir şişede duran yangını parçalar, içinde insanla küllerimi topladım, ellerim arkamda bağlı gemileri düşündüm, çöl kumlarından gelme ihtimalini, serap… her saat kâinatı yeniden yaratan, bozup yaratan, bozup acıtan kıyameti yaratan tanrıyı düşündüm, neye dokunsam elim kan adını unuttum, çok kervan geçti yanımdan sözümü tuttum, kuyunun duvarında, bir göz resmine başımı koydum gün ağarmadı, semanın mavi ışığına kaldım, koşup durdum sağa ve sola gece geçti, gündüz geçti, çıkmayan bendim kuyudan kışı bekledim, cam kuleleri kaplayan karda sıcağı özledim, soğuğun buz kestiği alanda sustum işte, susuyordum kirpiğin hiç gitmezken aklımdan hazır sayılırdı can, terk edip bedenini uçmağa bazen bu dünyada yoruluyor insan tespihin taşlarını koyar, kıvırıp sardığı satrancın tahtasına bir kale düşer gözyaşlarından, başlayan acıya bir rüya değil, bir hayal değil, bunca yaşanan hüsran leylanın saçı demir iple bağlıyken sevdasına gidiyor işte, cennet kokulu ırmak elimizden sularını boşaltıp içime giriyor, kanatları içimde kan ile revan geride kalan, gemiden atılan bir yunustan bir yunus, ateşten yüzüğü parmağına takan Yusuf BAL Hayal Bilgisi Dergisi, Sayı 47 (Ekim Kış)’de yayınlandı. |