Beklenenin Öldürdüğü
Kim beklerdi ki bir ömür pencere kenarında. Gözün hep yollarda, ağaç gölgesini, yağmur sesini ve uçan kuşları bile o sanarken... Çiçeklerle, gökyüzüyle, evin önünden geçenlerle konuşmayı öğretmişti ona: onu beklemek. Bazen gözyaşlarıyla buğulanırdı penceresi, bazen ismini yazardı camlara. Sıcak vurdukça camlardan silinirdi ismin fakat sen diye yanıp kavrulan yüreğinden silemedi bir türlü.
Söküp atmak istedi seni içinden ama her defasında içini sökse bile seni atamadı. Kendinden attığı parçalar hayata daha fazla küstürüyordu kendisini. Bulutlara benzetti seni olmadı, ayın dolunayında aradı seni olmadı, kelebeklere benzetti seni olmadı seni her neye benzetiyse yine olmadı sonunda kendini bir harabeye benzetti. Bir şeyi yapmak yetiştirmek icat etmek onu harabeye çevirmekten daha kolaydı oysaki. Ne yazık ki kıyamadıkları kıydılar, yıktılar emeklerini. Çaldılar onun ömründen, yüreğinden, rüyalarından, hayallerinden ama hırsız damgası yemedi kimse. Oysa en büyük hırsızlık insanın ruhundan çalmak değil miydi?... Kalu beladan söz verilmemiş miydi ? Sanki kıyamet bir benin başına kopacaktı, o kadarki umudunu yitirmişti. Bir onun suruna üflemişti kıyamet meleği... Yetmedi çektikleri pencere kenarından bekleneni beklerken hayata yummuştu gözlerini... Bir insana umut olmak için harabeye dönmüş içini bağışlamak istediyse de cesaret edememişti çünkü sevdasını vasiyet edebileceği kimsesi yoktu. Topraktan gelmişti toprağa dönüyordu. Onu yalnız bırakmayan çiçeklerine börtü böceklere umut olmuştu bedeni... Hayattayken sevdiği çiçekler kalbinin atmadığı bedeninde yeniden hayat bulacaktı. Benin ve onun hikayesi toprağımdan biten güllerin dikeni beni anlamana yeter mi? [ |