sabah olmadan
her tende bir sıkıntılı olmalı,
terleyen alnım ketenden bezlere değdiğinde, ilk sarmalandığım andaki gibi, mucizeye benzeyen ama; sıkıntılı ikliminde doğan ve büyüyen, en güzel anda duran bir saat gibiydim. mucize değildim, parmağa düşen mum damlası gibi, hem yandığım belli oluyordu, hem yaktığım, başıma ne geldi diye sorarsan, gece benimle uyumaman, gündüz benimle konuşmaman gerek. kahverengi camlı dolabın ardında, sadece tek bir fotoğraf, kalmıştı camekan içinde silik bir ömür, kırık bir köstek İsviçreli, ve ben nefessiz kalmıştım komşundan itibaren. sonraları yokuşlardan inmekten çok, çıkmaları sevmiştim, dersler almıştım onlardan, ayakkabılarım söylenip dursalar da, her gördüğüm evden çiçek almak, ilk hırsızlığımdı benim, cezasını hiç çekmediğim. şimdileri, kendim hariç, düşmanım bile kalmadı oralarda, her nefis toprağı tadacaktır desek aynı şey, oysa ağaçlara çıkmalıydık bir kez öpüşmek için, kozalaklar yuvarlanmalıydı başımıza, sabah olmadan yetişmeliydik tenimize.. |