İkiyi İki Geçiyordu
Saat gece ikiyi iki geçiyor,
aklımdansa doludizgin efkâr geçiyor: "Hayatın daha ne kadar sillesini yiyeceğiz?" Galiba delikanlılık dönemimin doruklarındaydım. Bedenim de, hele ki sol bacağımda tuhaf hisler, ağrılar oluşsa da ruhum onca ağrısına rağmen uyumak istemiyordu. Kalkıp bir şeyleri değiştirmek mi? O bu saatte mümkün değildi. Evet bir şeyleri değiştirmenin vakti, saati vardı, ve değişimin ne vakti ne saati gelmişti, erkendi. Bana kalırsa ikiyi iki geçe insanların da uyuyası yoktu. Sergilenen, uyuma zorunluluğundan doğan, sade bir uyuma numarasıydı. Herkes bişiler peşindeydi aslında, sabah olsa da yapsak düşüncesindeydi. Nereye kadar gidecekti bu böyle, insan yetiştiremeyecekti koşarak, öyle. Bize tevarüs eden değildi mal, mülk bize tevarüs eden büyüklerimizden, kaygıydı, gerçeği söyle. Saat ikiyi iki geçiyordu ve bu değişimin vakti değildi. Neyse ki gün doğmamıştı daha, role devam edebilirdi insanlar. Tevarüs edeni dikkate almadan, karmaşık rüyalarda savrulabilirdi. Sayıklayıp bilinç altındakileri, rahatsız edebilirdi etrafındakileri. Arpası fazla gelen nesebi belirsiz varlıklar, hoyratça tepinebilirdi durmadan. Daha sabaha çok vardı, horozlar ötmemişti. Horoz kalmamıştı oysaki ezansa, ezan duyuramıyordu sesini, şehrin celladı yüksek binalardan. Duyuramıyordu, sesini insanlar yüksek makamlara, en alt tabakalardan. Görevimiz sesimizi duyurmak değildi zaten bir yere. Görevimiz birileri duymasa da, her şart ve her anda hakkı terennüm edebilmekti gönülden. Vakit aydınlık bir sabaha işaret ediyordu, anlaşılan değiştirmenin vakti gelmişti bir şeyleri. Ama durduğunu yenice anlayabildiğim saatim ikiyi iki geçiyordu. İsmail YILMAZ |