BIRAK BENİ İSTANBUL...Eski bir valize doldurduğum, Kırık dökük mavi hayâllerimle, Yola çıktığım trenden iniyorum, Taze umutlarla Haydarpaşa garında. Paslı Rayların acı çığlıkları. Halâ çınlıyor kulaklarımda. Güneş beynimi kaynatıyor, Bineceğim vapurun jeton kuyruğunda. Saçım, sakalım dağılıyor. Yapışkan, sıcak bir rüzgârla, Biraz Marmara, az da boğaz, Yosun kokusuyla karışık, Tarifsiz bir İstanbul havasıyla, Doluyor ciğerlerim güvertede Vapurun ayak izlerini izlerken, Hislerim gibi kabarıp köpüren denizde. İndik nihayet Karaköy iskelesi’nde, Martılar, kediler, insanlar iç içe, Balıkçı tezgâhlarının çevresinde İki kıta arasında, İstanbul Boğazı’nda Her canlı kendi boğazının telâşında. Bense ürkek, korkak adımlarla, Eminönü’ne geçiyorum, Tarihî Galata köprüsü’nden. İçimi kanatan asırlık acılarla. Yüzlerce işportacı, aynı anda, Benzer notalarla, farklı tonda, Üç beş günde bozulacak mallarına Müşteri arıyorlar, mahşerî meydanda, Esmer, kumral sarı, binlerce insan, Kimi yavaş, kimi hızlı, kimi koşan. Her biri başka bir yöne giderken, Başım dönüyor, aklım karışıyor bir anda, Şaşırıyor, bocalıyor, bunalıyorum, Neyi, neden, nasıl yapacağımı unutuyor, Sonunda bırakıyorum kendimi kendi hâline, Ruhum önden yürüyor, ayaklarım da peşinden. Yüzüm, gözüm, bütün bedenim ter içinde, Bir bardak acılı turşu suyu elimde, Balık ekmek yerken buluyorum kendimi, Kıyıya bağlanmış, duman altı bir teknenin önünde. Topkapı Sarayı Vaka-i Hayriye’den beri durgun Gülhane Boğaz’a, Boğaz Kızkulesi’ne vurgun. Ayasofya almıyor selâmımı vefasızlığıma kırgın, Sultanahmet’teyim, müteessir yüreğim yorgun, Yoruldu bacaklarım, oturdum Çemberlitaş’ın gölgesinde, Rum Simon’un barok eseri Nuru Osmaniye’yi seyrediyorum, Sahaflarda, eski kitapların enfes rayihalarıyla sarhoş oluyorum. Herkes bana bakıyor Beyazıt meydanında, Sarılmışım kitaplarıma, kimseye aldırmıyorum. Yorgun kollarımda, üç bin yıllık medeniyeti taşıyorum. Eyüp, Kasımpaşa, Haliç ve Galata’dan Görünüyor dört minaresi bakınca Boğaz’dan, Dört yüz atmış beş yıl önce yapmış Sinan, Süleymaniye koymuş adını Sultan Süleyman, Laleli Camiinde güneşi uğurluyorum ufuktan, Geceye de merhabalar Mihrimah Sultan’dan. Sabaha ulaşmak nasib olursa Boğaz’da, Namaz kılarım Bezmi Âlem Valide Sultan’da. Yedi tepeli İstanbul’da yediye bölünmeden yüreğim, Alacakaranlık vedâ ederken Arnavutköy’e, Âsude bir şiir yazarım Âşiyan’da güneşe. Bilemedim, Boğazın serin sularında, Vurgun yemiş taze umutlarım, Haliç’e sığınmış, Eyüpsultan’da Duâya açılmış günahkâr avuçlarım, Onaltı asırlık surların gölgesinde Maziyi tarıyor mahçup bakışlarım, Bir yanım Fatih Camii’nde, Nâdim yüreğimle mahzun, Tövbe ediyor secdede. Beyoğlu’nda sarhoş öbür yanım, Pervasız naralar atıyor aynı gecede. Sımsıkı yapışmışsın Avrasya’nın iki yakasına, Gitmiyorsun bir yere, gideceğin de yok, Gelenin de gidenin de bakmamışsın gözyaşına Asırlardır medeniyetleri gömmüşsün bağrına, Ne olur bırak beni, Allah aşkına bırak da gideyim, Mazhar Osman’a gitmeden keşmekeşinde, Boğulmadan, gömülmeden Karacaahmet’inde, Bırak yakamı... Ne olur bırak da gideyim... Seni, ana gibi, yar gibi uzaktan seveyim. #aslanyılmaz#sürgünadam# |
Emeğine yüreğine sağlık
__________________________________Selamlar